Kadim ve esrarengiz Türk mitolojisinde “ejderha” adlı varlığın oldukça önemli bir konumu bulunmaktadır. Birçok Türk efsanesinin yanı sıra diğer kadim kültürler ve günümüz bilim kurgu sektöründe de ejderhaya rastlanılmaktadır. Türk mitolojisinde ejderha; kanatlı, ağzından alevler çıkarabilme gücüne sahip, uçabilen efsanevi bir varlıktır.
Asya inanışlarında ejderha, genellikle bereketin, bolluğun ve iyiliğin sembolü olarak görülür. Türk mitolojisindeki ejderha motifinde ise Asya inançlarında, özellikle de Çin mitolojisinin etkisi vardır ve su, bolluk ve yeniden doğuşun timsali sayılmıştır. Ejderha, Çin takviminde olduğu gibi Türk hayvan takviminde de yıl simgesi olarak yer almıştır. Devasa bir yılan olarak da resmedilen ejderha, Dede Korkut masallarında, Oğuz Kağan Destanı’nda ve Türk işlemelerinde kendine yer edinmiştir. Türk mitolojisinde başlıca ejderhalar; Sangal, Bükrek, Celbegen, Badraç ve Büke’dir. Bu inanış bağlamında, bir bakıma gökteki ejderha iyi nitelikleri, yerdeki ejderha ise kötü nitelikleri temsil eder. Görüldüğü gibi Türk mitolojisinde ejderhaya, özel isimler verilecek kadar büyük bir yer ayrılmıştır.
Ejderha efsaneleri, yüzyıllardır Türk yurdu olan Harput kültüründe de büyük bir önem arz etmektedir. Çocukluk anılarımız, Tunceli’ye ait ejderha efsaneleri ile doludur. Hatta Harput Mahallesi’nde ejderha efsanesinin yaşandığı bilinmektedir ve şu anda sit alanı olarak koruma altına alınan bir Ejderha Taşı bulunmaktadır. Harput ve Elazığ kültüründe ejderha adlı varlığın önemi gözler önüne serilmektedir.
Harput Ejderha Taşı efsanesini, Elazığlı değerli yazar Şeyh-ül Muharririn Ahmet Kabaklı, şu ifadelerle bizlere aktarmaktadır: “Ejderha ne demektir çocuklar? Siz de bilmezsiniz ben de… Başkaları da pek bilmezler. İnsana benzer güzel bir yılanın irisi diyenler var. Yontma Taş devirlerinde ilk atalarımızın mağaralarında boy gösteren mamut gibi bir kocaman yaratık diyenler de var. Onu yılanlar prensesi Şahmaran’ın oğlu veya babası diye tanıtanlar da oluyor. Ben ejderhayı bilmem, siz de bilmezsiniz. Fakat ana babalarımızın dilinde kullanılıp yaşatıldığına göre, daha çok hayallerde peydah olmuş, gerçek değil de “kurgusal” mahlûklardan olsa gerek. Ejderhayı bana sormayın, ben de size sormayayım, çünkü canlılar arasında yeri yoktur. Ama siz bana, ejderhayı nasıl hayal ettiğimi, nasıl tasarladığımı sorarsanız, bunu anlatabilirim. Siz de böyle şeylerin zihninizde nasıl biçimlendiğini yazmaya, çizmeye, anlatmaya çalışırsanız iyi olur.
Sakın, tasavvuru ve hayali yabana atmayın. Çünkü bildiğiniz bilmediğiniz masallar, romanlar, filmler, tablolar, anıtlar, hep hayal gücünden meydana gelmişlerdir. Sanat eseri dediğimiz tılsımlı şeyler, çocuklukta gelişen hayal dünyamızın verimleridir. Bana sorarsanız ejderha hiç de korkutucu, ürkütücü değildir; kocaman, iri ama çok sevimlidir. Hatta köpek, kedi yavruları gibi onun da koca gövdesiyle yere sırt üstü yatıp yuvarlanarak çocuklarla şakalaştığını düşünmekten zevk alırım. Gözleri eşeklerin gözleri gibi munis gelir bana. Tüyleri kuzu tüyü yumuşaklığındadır. Geceleri rengarenk olur ejderha ve uzaktan ışıl ışıldır.
Yavruları da vardır ejderhanın. Onları emzirir, okşar ve yalar. Bazen insan gibi konuştuğunu, güldüğünü, ağladığını hatta elbise giyip dolaştığını bile hayal ederim. Şimdi bunları söylüyorum ama çocukluğumda ejderhadan çok korkardım. Daha doğrusu ejderhadan değil de Ejderha Taşı’ndan korkardım. Neydi Ejderha Taşı? Bakın anlatayım…”
Ahmet Kabaklı, bu efsaneyi detaylı bir şekilde aktardıktan sonra, Harput kültüründe yer alan Ejderha Taşı’nın halk arasında ne kadar derin bir anlam taşıdığını da bizlere hatırlatmaktadır. Üstadın da belirttiği gibi, kadim Türk mitolojisindeki Ejderha Taşı efsanesi, Harput’ta kültürümüzün yanı sıra bugün herkesin ziyaretine açık vaziyette, bilfiil topraklarımızda fiziki olarak da yer tutmakta, Harput’un merkezinden Göllübağ istikametine yol alırken bizlere selam vererek kendisini hatırlatmaktadır.