Hayat, en zorlu anlarda bile karanlıkla aydınlık arasında bir denge kurar. En karamsar düşüncelerin ortasında, bazen bir tebessüm, bazen de bir telefonun sesiyle gelen tanıdık bir isim, insanı derin bir huzura taşır. İşte bu anlar, hayatın anlamını bulan en saf ve değerli anlar arasındadır.
Görünürde sıradan gibi duran bu anlar, aslında hayatın derin izlerini bırakır. Bir dostun samimi tebessümü, karanlık bir günün ardından gelen güneşin ilk ışığı gibi, ruhu ısıtan bir teselli olabilir. Ya da hiç beklemediğiniz bir anda telefonunuzun çalması, arayanın ismini görmek, fırtınanın ardından gelen sakinlik gibi, içinizdeki gerginliği alıp götürebilir. Bu tür anlar, hayatın gerçek anlamını hatırlatır.
Hayatın akışında çoğu zaman kayboluruz; iş, sorumluluklar, zorluklar ve stres arasında. Ancak bazen, en basit şeyler, en değerli anları yaratır. O anların hayatımızdaki yerini anlayabilmek, karanlık zamanlarda bile bir ışık bulabilmenin sırrıdır.
Her birimizin hayatında, unutulmaz anlar vardır. Bunlar çoğu zaman en zahmetsiz ve fark edilmeyen şeylerdir: Bir dostun sarmalayan bakışı, eski bir melodinin kulağınıza çalınması ya da sevdiğiniz birinin size yaptığı küçük bir iyilik… Bu anlar, gerçek mutluluğun büyük olaylarda değil, küçük, gözden kaçan anlarda gizli olduğunu hatırlatır.
Hayatın en değerli anları, genellikle hemen yanımızdadır. Bu anların farkına varmak, hayatı dolu dolu yaşamanın anahtarıdır. O yüzden, her anı daha derin bir anlamla yaşamak, bu küçük anları takdir etmek, hem ruhumuza hem de gönül huzurumuza katkı sağlar.
“Hayat budur” deyip geçemediğimiz anların içinde, tahammülün zorlandığı zamanlar da vardır. Bu anlar, ruhu daraltan, sabrın sınırlarını zorlayan, ancak bir o kadar da insanın öz benliğiyle yüzleşmesine vesile olan dönemlerdir. Zorluklar içinde kaybolduğumuzda, yaşadığımız o anların anlamını bulmak zorlaşır. Ancak belki de bu anlar, bizi sabırla sınayarak, kendi içimizdeki gücü keşfetmemizi sağlayan en önemli fırsatlardır. Her bir sıkıntı, ruhumuzun derinliklerine doğru yapılan bir yolculuk gibidir; bu yolculuklarda her adım, karanlıkla yüzleşmeyi ve karanlıkta kaybolmadan çıkmayı öğretir.
Bu anlar özel olduğunda, belki de daha fazla sabırlı olmanın faydalarını düşünmek, insanın içinde bir gönül huzuru yaratmanın ilk adımıdır. Ama bazen, bu savaşlar yalnızca daha fazla sıkışmışlık, çıkışsızlık duygusunu pekiştirir. İç dünya, insanın en derin, en yalnız köşeleridir; ve bazen orada karanlıklar öylesine yoğundur ki, en basit bir karar bile, bir kaybolmuşluk gibi gelir. Dosta anlatma kararsızlığı, bu derinliğe kadar işler; anlatılmak istenenin ağırlığını taşırken, söylenemeyen her kelime, daha da yoğunlaşan bir yalnızlık yaratır. “Dosta anlatsam mı, anlatmasam mı?” tereddüdü, bir labirentin içinde kaybolmuş gibi hissettirir. Bir karar vermek gerekirken kişi sıkışıp kalmış hisseder; her hareket, bir çıkmaz sokağa doğru adım atmak gibidir. Bu an, tıpkı şairin dediği gibi, bir yalnızlık içinde var olma hâline dönüşür:
“Halimi arz etmeye yâri tenha bulamam,
Yâri tenha bulsam, kendimi bulamam.”

Sonunda, her bir anın bir anlam taşıdığı, her zorluğun insanı daha güçlü kıldığı bir gerçeği kabul ederiz. Çünkü zaman, sabırla geçer, karanlık aydınlıkla yer değiştirir. O anlarda sıkışıp kalmış gibi hissedilse de, aslında her şey, insanı ruhunun derinliklerine götüren bir süreçtir. Ne zaman ki sabır tükenir, ruhun en derin köşelerindeki huzur kaybolur, işte o zaman bir şeylerin yeniden doğması gerektiğini hatırlarız. Ve belki de en büyük huzur, bir anlık sabır ve derin bir sessizlikle, ruhumuzun karanlık köşelerinde bulduğumuz anlamda gizlidir.
Ve belki de tüm bu anlar, bir arayışın parçasıdır; ruhun huzuru, kalbinin en derin yerlerinde bulduğu bir dengeyi yansıtır. Her şey, sabırla, anlayışla ve içtenlikle geçer. Zorluklar, karanlıklar ve sabrın sınandığı anlar, yalnızca hayatın gerçek anlamına giden yolu açan işaretlerdir. Ne zaman ki bu yolu buluruz, işte o zaman, içimizdeki huzuru bulur ve her anı derinlemesine hissederiz. O an, bütün sabırların, bütün bekleyişlerin ve bütün yalnızlıkların bir araya geldiği anıdır; tam da hayatın, huzurla birleştiği an.
Gönül huzuru, öyle bir şeydir ki, dışımızdaki şartlar ne kadar alt üst olsa da, içinde kalınan sükûnet, her şeye karşı direncin kaynağı olur. Gerçek huzur, dışımızdaki şartlardan bağımsızdır; ruhî bir dinginliktir. Bir insanın bütün fırtınalarla savrulmasına rağmen gönlünün sakinliğini koruyabilmesi, bu gönül huzurunun gücüdür. Dışımızdaki kaos etrafını sarar, hayatın zorlukları adeta insanı dört bir yandan kuşatır; fakat gönlünde bulunan o engin huzur, her şeyin geçici olduğunu hatırlatarak, insanın en karanlık anlarda bile yeniden ayağa kalkabilmesini sağlar. Gerçek güç, sadece fiziksel değil, ruhî bir dayanıklılıktır ve bu dayanıklılık, gönlün derinliklerinde yankı bulan o sessiz huzurdur.
Kasvetli ve sıkıntılı zamanlarımızda huzuru bayramların sıcaklığında hissetmek; içimizdeki en karanlık anlarda, o sıcak duyguların bir yıldız gibi parlaması, bize en büyük umut olarak görünür. Her bayramda zamanın yükü hafifler, ruhumuzda bir bahar esintisi gibi ferahlık uyanır ve bu his, kalbimize yeniden doğan bir güneş gibi doğar.
Bizim neslin Bayram Gazetesi, üç dört gün için senede iki defa olsa da, bir aradalığımızın sessiz göstergesiydi. Diğer zamanlarda birbirlerinin muarızı olan gazeteler, bayram süresince yayın yapmazlardı. Bunun yerine hepsinin ortak olarak çıkardıkları Bayram Gazetesi yayınlanır; burada, zıt kutuplarda zannettiğimiz yazarlar bir araya gelir, aynı sayfada yazarlardı. Her şeyin içini boşaltıldığı bir zamanda, Bayram Gazetesi hayali bile gönülleri okşayan, tebessüm ettiren hatıralarla doludur. Bu anlar unutulmaz gibi görünse de, enseyi karartmanın bir manası olmadığına inanıyorum. Bugün bayram. Bayram gibi düşünmenin, yani sevinmenin, tebessüm etmenin, bir dostun sesini duymanın, gördüklerimize “İyi bayramlar” demenin verdiği hazzın anlarını yaşamanın vaktindeyiz. Bu yazı, Bayram Gazetesi varmış gibi yazıldı. Olmadığına göre, yazıyı Bayram Gazetesi’ne ithaf etmekten başka çare kalmadı. Ölülerimizi unutmadan, imkânlarımız ölçüsünde bayramlarda mezarlıklara akın eden bir milletin fertleri olarak, şimdi dirilerimizi de hatırlamanın ve gönüllerini almanın zamanıdır.
Bütün gönüllere doğan huzur dolu güneşlerin, yurdumuzun ufuklarında da ebediyen parlaması dileğiyle... Bayramın neşesi ve huzuru bütün gönüllere yayılsın.
Bayram gibi yaşayın, bayram gibi kalın.