Hayat, bize armağan edilmiş bir yolculuk...
Ne zaman ne şekilde başlayıp biteceğini bilemediğimiz bir yol. Yol boyunca yitirdiklerimiz bazen kalbimizde bir boşluk, bazen derin bir sessizlik bırakır. İnsan, kaybettiği şeylerin değerini çoğu zaman onları yitirdiğinde anlar. Bir dost, bir sevgi, bir fırsat ya da çocukluğumuzun masum gülüşleri… Hepsi birer hazineyken fark etmeden savrulup gider. Yitirdiklerimiz aslında birer ayna gibidir. Onlar sayesinde kim olduğumuzu, neyi neden bu kadar sevdiğimizi fark ederiz.
Hayatta sadece sevdiklerimizi yitirmeyiz; bazen tarlamızı, evimizi, hanemizi de yitiririz. Bazen de kültürümüzü, tarihimizi, benliğimizi ve geçmişimizi kaybederiz, hem de bir daha geri almamak üzere.
İşte Fırat Nehri'ni sonlandıran Keban Barajı da tam olarak böyle... Bizlerden, bu coğrafyada yaşayan insanların geçmişlerini aldı.
Arazini, evini, köyünü satıp zengin olma hayalleriyle kandırılan Anadolu insanı...
Keban Barajı…
Fırat Nehri'ni yargısız infaz eden Keban Barajı,
Sorgusuz, sualsiz önüne set olan Keban Barajı,
Fırat’ın getirdiği, bin yıllar boyunca geçmişi bulunan kültürü yok eden Keban Barajı,
Yüz binlerce dönüm bereketli araziyi yok eden Keban Barajı,
234 köyü tarihten silip, sular altında bırakan Keban Barajı,
800 tescilli kültür varlığını sulara gömen Keban Barajı…
Uzun lafın kısası, böyle sıralasam sayfalar yetmez.
Peki, Keban Barajı bizden sadece tarlamızı, bağımızı, bahçemizi mi aldı?
Hayır! Mezarlarımızı, ölülerimizi de aldı…
Anılarımızı, çocukluğumuzu da aldı…
Ağın ilçesindeyim, Güllü Nine ile oturuyoruz. Sohbet koyu…
Bana çocukluk yıllarını anlattı.
Pamuk gibi bir kadın olan bu tontiş nine, annesini hiç görmemiş.
1942 yılında Ağın’ın Zalbar Köyü'nde dünyaya gelen Güllü Nine, henüz iki yaşındayken annesini kaybediyor ve doğal olarak hatırlamıyor. Fotoğrafını bile görmeye razı…
Bu hayatta en çok merak ettiği şeyin annesinin yüzü olduğunu anlattı bize.
Bazen düşünüyorum da annemizi gördüğümüz, kokladığımız için ne kadar şanslıyız…
Sonra devam etti Güllü Nine:
Çocukluk ve gençlik yıllarında annesinin mezarına sık sık gidermiş.
Hiç görmediği annesinin mezarıyla dertleşirmiş.
Lakin bu durum çok uzun sürmemiş.
1967 yılında yapımına başlanan Keban Barajı, Fırat Nehri'nin önüne set olmuş. Ardından köy ile birlikte köyün mezarlığı da suyun altında kalmış.
Tabii, Güllü Nine’nin annesinin mezarı da sular altında kaybolup gitmiş…
Ninenin şu sözleri çivi gibi beynime çakıldı:
“İkinci kez yetim kaldım.”
“İkinci kez yetim bırakıldım.”
Evet, Keban Barajı, Güllü Ninemizi bir kez daha yetim bırakmıştı…
Bundan daha acı bir söz duymadım. Nasıl üzüldüğümü anlatamam…
Sohbet koyuyken çayları yudumlamaya devam ettik.
Tabii, Ağın’a gelme amacım yerel bir TV kanalına belgesel çekmekti.
Ağın’da suya dalış yaptığım programımı izlemiş Güllü Nine…
Bana belki de dünyanın en acı sorusunu sordu:
“Oğul, seni televizyonda izledim. Ağın’ın Kaşpınar Köyü'nde su altına daldın, eski köyde… Acaba o elbiselerini getirsen, bizim köyde de suya dalsan, annemin mezarının fotoğrafını çekebilir misin? Çok özledim annemin mezarını.”
Şöyle bir durup düşündüm.
İnsan mezara da hasret kalır mı?
Evet, maalesef Güllü Nine, annesinin mezarına hasret kalmıştı.
Uzun bir süre sustum, daldım, düşündüm.
Ah, Keban Barajı! Ölülerimizi bile bizden aldın, doymak bilmedin gitti…
Ne zalimsin!
“Tamam,” dedim Güllü Nine’ye, “Konumunu bulup mutlaka annenin mezarının olduğu bölgeye dalış gerçekleştireceğim.” diye söz verdim.
Bu hikâye de böyle kazındı aklımıza, kalbimize…