Türkiye’de etnik köken temelinde farklı ideolojilerle ifadesini nihai hedef olarak ayrılıkçı politikada birleştiren terör örgütlerinin siyasi uzantısı olan iki parti, 1982 Anayasasında değiştirilemez hükümleri ihtiva eden ilk üç madde ve buna güvence veren 4. Maddenin varlığından rahatsızlıklarını ifade etmeye başladılar. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti’ne aleni saldırı konusunda cesaret edemeyenler ise mevzuyu kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK üzerinden manevra kabiliyetine erişmiş durumdalar. Son birkaç aydır, kurucu cumhurbaşkanı ATATÜRK’e aleni saldırılar, terör örgütü uzantısı partiden seçilen belediyelerin bazı uygulamaları ve bu partinin ortak hedef olan ayrılıkçı politikada birleştiği diğer partinin genel başkanının dördüncü maddenin kaldırılması tartışmasını açması ile gündem ve politika şekillenmeye başladı.
Her ne kadar AK Parti sözcüsü bu konuda tartışmaya nokta koyacak açıklama yapmış iken, bu sefer eski HAS Parti Genel Başkanı ve şimdi AK Parti’den TBMM meclis başkanı seçilen Numan KURTULMUŞ’un açıklamaları tekrar fitili ateşledi. Hele ki, dün Diyarbakır ilimizde ayrılıkçı PKK terör örgütünün siyasi uzantılarının hadlerini aşacak toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile bu durum daha da tartışma konusu olacağa benziyor. Kaldı ki MHP Genel Başkanının meclis açılışında anılan partinin genel başkanı ile tokalaşması ikinci açılım sürecinin başlayacağının dedikodusuna sebep oldu. İlk açılımın kısaca bilançosunu ifade ermek gerekirse, bin civarı şehit ve bunun çarpanı kadar bir ömür unutamayacakları travmalarını taşıyan acılı aileler… Açılımda bir özgürlük bahşedildiyse ki, teröristlere daha fazla eylem ve propaganda özgürlüğünden başka bir şey getirmemiştir. Tarihi tekerrür ettirmeyelim.
Özü itibariyle iki tartışma konusu ortaya çıktı. Anayasa değişikliği ve açılım süreci. Tabi ki konjonktür olarak sınırı aşan alanlarda sıcak çatışmaların yayılan bir harp sahasına dönüşmesi tehlikesi dikkate alındığında yurt içini daha emniyetli ve güvenli hale getirmek en yerinde politika olacaktır doğrusu. Ancak diğer yandan ülkenin kurucu alametlerini yıkacak, millet olma bilincini ve güvencesini ortadan kaldıracak herhangi bir girişimi de bu iç huzurun bozulmasına sebep olacağının gözden kaçmaması gerekir.
Pierre Pactet, “Anayasalar canlılar gibidir: Doğarlar, gelişirler, siyasal yaşamın bozucu etkilerine maruz kalırlar, önemli ya da önemsiz değişikliklere konu olurlar ve bir gün yok olurlar” diye anayasaların özünde kurucu iktidar kavramını ele almıştır. Buna göre anayasaların doğumu aynı zamanda ölümünü de ortaya koymakta bu süre zarfında da değişimini ifade etmektedir.
Anayasamızın değiştirilemez olan hükümleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturduğunu belirterek, Türkiye Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunun, cumhuriyet kurulmadan önce Erzurum Kongresinde alınan kararlardan olan “Milli sınırlar içerisinde vatan bir bütündür” ilkesinden aldığını hatırlatmak isterim. İlk üç madde üniter devlet anlayışının bir tezahürüdür.
Mevcut iktidar partisi 2002 yılından itibaren kesintisiz şekilde yasama organında çoğunluğu elinde tutarak yürütmenin başında ülkeyi yönetmektedir. Bu sürede birden fazla kez anayasa değişikliği ve birçok kanun yürürlüğe girdi. Ancak vadedilen birçok sorunun çözümü ortaya çıkmadı maalesef. Bunun yanında, yürütmenin başının dahi kandırıldığını ifade eder hale geldiği, ordusuna kumpaslar kurularak aynı ordu içerisinden terörist çıkacak kadar hayal ötesi bir gerçekliği yaşadık.
Ülkede göçmen krizinin had safhaya ulaştığı günümüzde anayasa değişikliği ile kimliksiz bir ülkenin daha hızlı bölünmesine sebep olunacağı tartışılmadı mı? Tartışma yapıldıysa, toplumun dinamikleri tarafından sözlü bir tartışmanın ötesine geçip çatışmaya döneceği bu husus ön görülmedi mi?
Sonuç olarak, anayasada herhangi bir değişikliğin tam da teorik olarak kuşatılmış bir demokrasi ortamı içindeyken siyasilerin aklı ve emellerine göre şekillenmesine karşı olduğumu ifade etmek isterim. Siyasiler o kadar değişimden yana olduklarını ortaya koymak istiyorlarsa, öncelikle siyasi partiler yasasını değiştirsinler. Ülkede atılacak her adımın, canlının ve nesnenin mevzuatı varken sorun uygulanmamasıdır. Soruna ilişkin çok basit bir örnek vermek gerekirse, bu uygulanmama durumunun, Avrupa’da çalışan gurbetçi yurttaşın ülkeye geldiğinde orada uyduğu kurallara uyma konusunda gerçek ahlakını burada göstermesidir. Sorun ülkede bu ahlaksızlara yurt genelinde gereğini yapacak liyakatli kadroların yeterli seviyeye ulaşamamasıdır.