Sizi bilmem ama ne zaman Batı Anadolu istikametine hareket etsem, gördüğüm kahverengi tabelalara gözüm takılırken hayıflanır, elimde boya ile bu tabelalara şimdiki asıl isimlerini ilave etmek gelir içimden. Bu tabelaların bir amaçlarının olduğunu bilmiyor değilim ama niçin şimdiki isimleri yazılmıyor? Kaldı ki bu tabelalara bakanların pek olmadığını da biliyorum. Yıllarca öyle durmalarına rağmen doğru dürüst kimsenin telaffuz ettiğini tahmin etmiyorum. Batı medeniyetinin temelinin, Yunan filozofları olarak meşhur olanların beslendiği asıl kaynak Batı Anadolu’dur. Şimdi bu medeniyetin izlerini taşıyan antik döneme ve sonrasına ait kalıntıların yönünü gösteren levhaların bir işe yarayıp yaramadığını tartışmaktan çok, orada yaşayanların bile bundan çok fazla haberdar olduklarını tahmin etmiyorum. Eğitimli kişilerin bile bu sıkıntıyı yaşadıklarına şahit oldum. Elbette bütün derdimiz bu levhalar değildir. Şurası bir hakikattir ki bizden evvel burada büyük bir medeniyet vardı. Homeros, ilk felsefeci Aniksimendros, Tales ve diğerleri Batı Anadolu’da yaşamışlardır. Homeros’un İlyada ve Odysseia destanında anlattığı hikâyede adları geçen toprakların uzun bir zaman Hitit, Helen, Roma ve Bizans egemenliğinde kaldığını biliyoruz. Bu dönemlere ait yazılı ve yazısız belgelerin büyük bir kısmının toprak altında kaldığı, daha sonra yapılan kazılar sırasında anlaşılmıştır. Arkeoloji biliminin gelişmesi sonrasında bu eserlerin büyük bir kısmı ortaya çıkarılmış, halen çıkarılmaya devam edilmektedir. Bu topraklara daha sonra sahip olan Türklerin, eskiden kalan eserlerin varlıkları ile fazla ilgilendikleri söylenemez. Bizanslılar, bizden önce sahip oldukları bu topraklardaki eserlere karşı insafsızca davranmışlardır. Erken Hristiyanlık ve İznik Konsili'nden sonra din adına ortaya çıkan kargaşadan eski eserler de nasiplerini almış; kimi yakılmış, kimi de yıkılmıştır. Hatta bazı mekânlara ait sütunların ve taşların binlerce insanın sırtında İstanbul’a taşınarak Ayasofya’da kullanıldığını “Bizans’ın Gizli Tarihi” yazarı Prokopios eserinde alenen yazmıştır. Ayasofya’nın mimarları bile Batı Anadolu’dan götürülmüşlerdir. Binlerce mabede ilham olan Ayasofya bilgeliğini Batı Anadolulu mimarlara borçludur.
Bu topraklarda ne olduysa Malazgirt ile birlikte oldu desek abartmış olmayız. Aslında batıdan da bu topraklara gelip yerleşen Türkler vardı. Bizans ordusunda paralı asker olan Türklerin varlığı biliniyor. Anadolu'nun fethi ile kurulan ilk beyliklerden birini de Çaka Bey bu bölgede kurmuştur. Bu beylikten sonraki zamanlarda artık buranın hâkimi Türkler olmuşlardır. Ne yazık ki bu toprakları Türklere açan Çaka Bey’in akıbeti trajik bir hadise ile sonlanmıştır. Kahramanlıkları ve başarıları destansı bir kıymette olmasına rağmen tanındığını söylemek çok zordur. Hakkında yazılan akademik ve edebi eserlerin sayısı da çok değildir. Böyle bir kahramanın varlığı bile millet olma şuurunu elde etmenin birincil sebebi olsa gerek. Türk fetihlerinin Çaka Bey’e gelene kadar kara savaşları olduğunu biliyoruz. Ancak, Çaka Bey ile denizlerle tanışan Türklerin fetihlerini sularda devam ettirdiğini de biliyoruz. Hatta Türkleştirme faaliyetinde bulunan Çaka Bey’in, bu işi gemilerle taşıdığı Türk boylarını Batı Anadolu’nun tamamına yakın kısmına yerleştirdiğini biliyoruz. İlk Türk amirali olma şerefini kazanan Çaka Bey, Bizans’ın bitmek bilmeyen entrikaları sonrasında Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından tuzağa düşürülmüş ve hayatına son verilmiştir. Sonrasında hepinizin bildiği gibi Birinci Haçlı Seferi olmuştur. Çaka Bey, İzmir ve yöresini işinin ehli gemi ustalarına yaptırdığı savaş gemileri ile Ege adalarının bir kısmını da ele geçirmiş ve buralara Türk nüfus yerleştirmiştir.

Çeşme’ye geldiğimde, acaba tatlı su akan çeşmelerle karşılaşabilir miyim diye düşünüyordum. Aklımda bu vardı. Osmanlı zamanında da bol çeşmeli bir yer olarak biliniyordu. Son yıllardaki turizm faaliyetleri köylüyü ve tarımı da etkilemişse, su akan bir çeşme hayal etmek mümkün olmayacaktı. Aslında Çeşme adının verilmesinin bir sebebi de bol çeşmelerinin olmasından kaynaklandığını söyleyenler vardır. Eski bir kitapta okuduklarımdan hatırımda kalanlardan biri de antik zamanlardan beri buralarda çok tatlı suların olduğunun yazıldığıydı. Şimdilerde bu akarsuların etrafında veya bu akarsuların suyunun aktığı bir çeşme var mıydı? Ben rastlamadım, rastlayana da rastlamadım. Suların yüz metreleri bulan derinliklere indiğini söyleyenler oldu.
Yolumuz Çeşme’ye düşünce iki hadise aklıma gelir.  Bunlardan biri Çaka Bey ile ilgili olandır. Çaka Bey ile ilgili olan kısımları daha fazla yazmak mümkündür. Ancak ne yazık ki kıymetinin bilindiğini söylemek zordur. Birkaç okula ismi verilmiş ve Çeşme’de bir büstü bulunmaktadır. Çaka Bey gibi bir kahramanları olsaydı, eminim ehli salip bunu parlata parlata bize de ezberlettirirlerdi. Yunanlıların bütün kahramanları mitolojiktir. Hayal ürünü olan bu kahramanlar bütün dünya tarafından bilinmektedir. Aslında felsefi özellikler atfedilen bu hayali mitolojik kahramanlar hala hayatımızdadır. Çaka Bey’in hayatı, mitoloji kahramanlarından daha destansı olduğu bir hakikattir.
Çeşme’ye yolumuzu düşüren sebep ile hayal ettiklerimiz arasında bir ilişkiden bahsedemeyiz. Ancak, Çaka Bey’den 678 sene sonra Çeşme’de Türk donanması için bir facia olur. Tarihimizde hatırlamak istemediğim facialardandır. Ancak yolumuz buraya düşünce aklımıza gelmesine engel olamadık. Ezeli ve ebedi düşmanımız Rusların sebebiyet verdiği ve bütün bir donanmamızın tamamen yanmasına sebep olan hadise, (8 Temmuz 1770) Çeşme limanında olmuştur. Yanlış pozisyon alan gemilerimizin Rus donanması tarafından yakılması ve bütün askerlerimizin gemilerle birlikte denize düşerek şehit olmaları hatırlamamak mümkün mü? Karadeniz’e açılma hayali Rusların millî politikasıdır. Bundan vazgeçemezler. Baltık limanındaki gemilerini önce Atlantik ve Cebelitarık Boğazı, Akdeniz yolu ile Mora Yarımadası'na getirerek Rumları isyana teşvik etmişlerdi. Bu hadise, Yunan millî bağımsızlığının temelini teşkil eder. Başkalarının yardımı ile ayakta kalmaya alışan Yunanlılar bunda başarılı olamamışlardır. Rus donanması, buradaki savaşta yenilmiş ve geri çekilmiştir. Ancak ileriyi hesap edemeyen Türk amiralleri, hiç gereği yokken gelip Çeşme limanına demirlemiş ve gemilerini birbirine bağlamışlardır. Bu da donanmamızın sonunun gelmesine vesile olmuştur. Açık denizlerde düşmanı takip etmesi gerekirken böyle bir hareket binlerce Türk’ün şehit olmasına sebep olmuştur. Amiral Mandalzade Hüseyin Paşa komutasındaki Türk donanmasının sonu bize pahalıya patlamıştır. Sahi insanlar Çeşme’ye niçin geliyorlar ve bunlardan haberleri var mı? Ya da haberdar edecek birileri. Yolumuz Çaka Bey ve Mandalzade Hüseyin Paşa ile kesişti. Yol ve hayaller bazen hüzün, bazen de sevinç verir. Hayal, hüzün, sevinç herkese göre değişir ve izafidir ama hayat yolunda bunların hepsi de vardır.
Menzile vardığınızda, arkanızda kalanların biriktirdikleriniz olduğunu anladığınızda Türkmen Kocası Veysel’i bir daha hatırlayacaksınız. İki kapılı handan kimler geçmedi ki?