Türkiye’de bir süredir suyun akışına ters farklı şeyler yaşanmaya başladı. Son olarak milliyetçi politikalarıyla 50 yılı aşkın süredir ülke siyasetinde yer almış olan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Dr. Devlet BAHÇELİ, terörist başının da içinde yer aldığı açıklamada “Terörist başı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum; şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde dem parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlığı gösterirse umut hakkının kullanımı ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne kandil ne Edirne adres İmralı’dan deme uzansın bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarırsın. Hodri meydan buna varız.” diyerek adeta her kesimi şaşkına çevirdi. Ardından ülkenin savunma sanayi kapsamında merkez üssü konumunda olan TUSAŞ’a bahsi geçen terör örgütü mensubu teröristler tarafından önceden keşfi ve planlaması yapıldığı aşikar olan bir saldırı gerçekleşti. Saldırıda şehitlerimiz ve yaralılarımız oldu maalesef. Şehitler ölümsüzdür diyerek yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

            2013 yılında yine bugünlerin benzeri bir açılım süreci yaşanırken terörist başının bir mektubu okunmuş, içerikte neredeyse “Misak-ı Milli” ilan edilmeye ramak kalmıştı. Terör örgütünün önde gelen mensupları, o dönem silah bırakma söylemlerine karşı örgütün pratikte devamlılığında kendilerinin söz sahibi olduğunu, terörist başının bu konuda söyleminin bir yaptırımı olmayacağını ifade etmişlerdi. Bugün de, görmekteyiz ki, henüz ne amaçla söylendiği tam olarak anlaşılmamış ve kanaatimce uygun görülmeyen bir söylemin ardından yaşanan terör eylemi de bu tekerrürü ifade etmiştir.

            Türkiye’nin 40 yılı aşkın süredir hem insan kaynağı kaybı ve sosyolojik etkileri hem de ekonomik tahribatları dikkate alındığı vakit terör sorununun ülkede bir daha gündeme gelmemek üzere ortadan kaldırılması gerektiği konusunda tüm ülke hem fikirdir. Ancak memlekette adeta terör sorunu dışında anayasal rejim ve düzeni ortadan kaldıracak sonuçları ihtiva eden farklı kesimlerin bir süredir dile gelen söylemleri bir tehlikeyi kaçınılmaz hale getirmiştir. PKK terör örgütünün 1978 senesinde kuruluşu ve devamında 1984 yılında ilk silahlı terör eylemlerine başladığı tarihleri ve o dönemde sosyolojik ve siyasi koşulları değerlendirip, terör örgütünün o dönemde yıkıcı istekleri dışında deklare ettikleri talepleri samimi şekilde dikkat edilecek olunursa bugün gerçekleşmiş durumdadır. PKK terör örgütü aslında Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde silahlı eylem vasfını kuruluş politikasını bakacak olursak tamamlamış ve kendi kendini bitirmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

            Lakin, haklı kabul edilebilecek taleplerin yerine gelmesi dışında, sürekli mağduriyet- talep döngüsü ve beraberinde ajitasyonlarına dayalı bir politikanın ülke siyasetinde ve kamuoyunda gündem olması taviz doğuracak evreye geldiğini görmekteyiz. Bu şımarıklığın ötesine geçmiş ve haddini aşan politikalara itibar edecek veya önünü açacak tutumlar ülke içerisinde toplumun geniş kesimini rahatsız etmektedir. Toplumumuz devleti bir baba olarak addetmektedir. Bir babanın evlatları bakımından hakkaniyetli ve adil davranması o aile birliği ve bütünlüğü açısından elzemdir. Eğer ki bir baba, sürekli bir evladın taleplerini yerine getirip diğerlerinin sıkıntısı yokmuş gibi tavır ve tutum sergilerse o evde huzur kalmaz diğer evlatlar da o evde durmak için sebep bulamaz.

            Bir önceki açılım sürecinin travmasını dahi atlatmamışken yine aynı şekilde terör örgütünün muhatap alınması ve hele hele bir hain elebaşının Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşmaya davet edilmesi, en başta şehit aileleri ve gazilerimiz ile yakınları ve bölgede teröre karşı hep net tutum sergilemiş ve bunun bedelini sürekli ödemiş Kürt kökenli vatandaşlarımıza nasıl izah edilecek. Tarihi süreçte bu mücadelede yer almış askerimiz ve polisimiz ile diğer memurlarımıza nasıl ifade edilecek. Binlerce korucumuz maddi menfaat gözetmeden ileri karakol vazifesi gördüler. Mevsimine göre her türlü konforu barındıran odalardan çıkan milliyetçilik anlayışı ile bu ülkeyi ayakta tutamazsınız. Ülkenin esas sahipleri yamalı kıyafetleri ile evlatlarının şehit cenazesinde dimdik duran anneler ve babalardır. Onların taziyelerinin kabul edildiği sıvası dökük, çatısı akan evleridir bu ülkeye can veren. Bu insanlarımız bir gün dahi bizim sorunumuz vardır demedi. Dillerinden tek söz döküldü, “Vatan Sağ olsun”.

            Ama öyle görünüyor ki, ülkenin esas meselesi Türk Sorunu olacak. Anayasanın ilk dört maddesi üzerine tartışmalar üzerine böylesi bir açıklama hele hele sınırlarımız içerisinde sıfıra yakın terör seviyesinde olduğumuz halde terör örgütüne can suyu olarak anlaşılmayacak mı? Belli bir güce erişen bu örgüt, ülke sınırları dışında artık taşeron bir mekanizmaya bürünmüş ve aldıkları işler konusunda hizmet ettikleri ülkelerin amaçlarını gerçekleştirmek için hem Türkiye sınırlarında hem de diğer coğrafyalarda özellikle dezavantajlı ve bu minvalde manipüle edilmeye müsait kesimleri ağlarına düşürüp bazı sloganların büyüsünün etkisiyle örgüt mensubu olarak kullanmaya devam etmektedir. Örgütün insan kaynağı açısından teşvik edecek söylemler bu çarkı döndürmeye devam edecektir.

            Sınırlarımızın ötesinde başta ABD olmak üzere bazı ülkelerin silah, teçhizat ile belli başlı eğitimler ile donatılan terör örgütünün bir diğer kanadı yakın tarihte konvansiyonel bir çatışma zemininde karşımıza çıkacak tehlikelerden biridir. Bu oluşumun çatışma potansiyeli olacak ilk ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir. Tedbir alınacak ve çözülmesi gereken mesele budur.

            Bu izahların doğrultusunda anayasa tartışmalarını da ekleyerek, anadilde eğitim olanağı da verilen ülkemizde, resmi dilin Türkçe olduğunu ve bunun değişmesinin başka tavizlere de sebep olacağını belirtmek isterim. Türk’ün töresinde hainin maruz kalacağı sonuç bellidir. Türk töresini yaşadığı ve yaşattığı sürece ülkeye biçilmeye çalışılan her cendereden çıkacağını tarih bize öğretmiştir.

            Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 101. yılını tamamladığımız bu sürede Türkiye Cumhuriyeti’nde etnik kökenlerine bakılmaksızın vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk vatandaşı olduğunu hatırlatarak, ülkemizin bölünmez bütünlüğünün ebediyen devam edeceği temennisiyle şehitlerimizi rahmet, gazilerimizi minnetle anıyorum. Atatürk'ün “Türk çocuğu, atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” sözünü hiç unutmadan onun düşüncelerini anlamak, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma hedefi doğrultusunda ilerlemek; karşımıza çıkacak tüm güçlükleri birlik, beraberlik içinde yenerek ve yılmadan çalışmak esas duruşumuz ve düsturumuzdur.

            Yine ölümünün 100. Yıl dönümünde olduğumuz bugünlerde Ziya GÖKALP’in sözleriyle yazımı tamamlamak istiyorum; “Turan’ın bir ili var ve yalnız bir dili var. "Başka dil var." diyenin, başka bir emeli var. Türklüğün vicdanı bir, Dini bir, vatanı bir; fakat hepsi ayrılır olmazsa lisanı bir.”  Saygılarımla…