Harp okullarından mezun olunduğu vakit, her mezun yıllardır hayalini kurduğu yıldızlara erişip omuzunda taşıma hayalini gerçekleştirmiş olurlar. Yoğun eğitim programı ile yoğrulan Harbiyeli, savaş sanatını icra etmek için kıtaya çıkma heyecanını ve kaygılarını birlikte taşır. Geçtiğimiz günlerde, eski fotoğraflarıma baktığım esnada askeri lise yıllarında eğitim kampına giderken bir noktada kumanya yerken çekilmiş bir fotoğrafımda yanımda oturan devre arkadaşımın Şehit Yüzbaşı Nuri ŞENER olduğunu fark ettim. Bir Harbiyelinin hiç yaşamasını istemediğim en öncelikli husus maalesef budur. Bir devre arkadaşının şehit olması…

            Evet, hayatlarını bir gün vatan için hayatını vermek için kazanan askeri personelin muhtemel yaşayacağı bir durum. Bir subayın harp okulundan itibaren icra edeceği şey yaşam biçimi haline getireceği bir hayatı nihayetinde kullanacağı savaş sanatıyla pekiştirmektir.

            2007 yılında Kara Harp Okulundan mezun olduğumda, her ne kadar subay olmuş isem de, o yıldıza erişmek için beklediğim süre sonunda henüz ayaklarımın tam olarak yere basmadığını fark ettim. Hele ki, kıta’ya çıktığım vakit çeşitli kaynaklardan yetişip sisteme dahil olan personel ile çalışmaya başlayınca ve sorunlarla karşılaşınca, harp okulunun askerliğin ütopyası olduğunu yaşayarak tecrübe ettim.

            Bu tecrübeyi henüz teğmen iken yaşamak aslında subaylığın ilk rütbesinde olmasından da kaynaklıydı. Kanınız hızlı akar, bir iş hemen olsun istersiniz, emir komuta ettiğiniz birlik sizin gibi atak ve çevik olsun istersiniz. Gerçi zamanla şunu daha iyi idrak edersiniz ki, birliğinizin eksiklerini tespit edip çözüm bulmak, eğitmek ve yetiştirmek konusunda esas sorumluluk bir subay olarak sizindir zaten. Bir subay aslında iktisat yapmaktadır. Nasıl ki bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüyse, bir subay da en zayıf olduğu yerleri kadar birliğini güçlü hisseder. Futboldan örnekle; elbette her teknik adam Real Madrid’i çalıştırmak ister ama esas başarı daha az kaynakları olan vasat takımda başarı sağlamak değil midir?

            Bu itibarla, bir subayın teğmen olarak ilk rütbesini aldıktan sonra göreve başladığında hata yapması beklenir. Bu safahatın farkında olan amirleri de, mahiyeti olan teğmen rütbesindeki subayın yetişmesi için sabır göstererek tahammül etmesi gerekmektedir. Bu durum aslında göreve yeni başlayan her personel için de geçerlidir.

            30 Ağustos 2024 tarihinde Kara Harp Okulunda mezuniyetten sonra bir kısım mezun teğmen, kanaatimce geçmişten beri gelenek haline gelmiş bir yemini “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diyerek tamamlamıştır. Bu olaya sanki ilk defa yapılıyormuş gibi belli kesimlerden tepki geldi. Korsan yemin gibi ithamlarla yeni mezun olmuş teğmenler bu heyecanı yaşayamadan gelecek korkusu taşımaya başladılar. Kamuoyu baskısı sonucunda teğmenlerin bir kısmının meslekten çıkarılması yönünde yüksek disiplin kuruluna sevkleri sağlandığı yönünde bilgi yayıldı.

            Bu olay hakkında gerçekten bir tertip var ise araştırılıp netlik kazandırılması gerekmektedir. Bu durum siyasi bir amaç ve eylem niteliği taşıyorsa hakkaniyetli bir soruşturma yapılarak ortaya koyulmalıdır. Buna bir itirazımızın olması mümkün değildir.

            Eğer ki iddia edildiği gibi bir tertip olmadığı halde teğmenlerin meslekten çıkarılması yönünde bir karar çıkar ise, bu hukuka aykırı, ölçüsüz ve keyfi bir işlem olacağını bir hukukçu olarak belirtmek isterim.

            Bir Harbiyeli özü itibariyle bu ülkenin kurucusu olan ve esasında kendisi de bir Harbiyeli olan Mustafa Kemal ATATÜRK’ü siyasi bir figür olarak görmemekte, Meta Han, Sultan Alparslan, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim gibi benimsemektedir. Nasıl ki adı geçen veya tarihe mal olmuş adı geçmeyen Türk hükümdarların döneminde yaşasalardı onların askeri olmaktan gurur duyacakları gibi Mustafa Kemal’in de askeri olmaktan gurur duyduklarını ifade etmekten birileri rahatsız olsa da çekinmeyeceklerdir.