Günümüzde bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla mı yoksa siyasal ortamın sertliğinden midir bilinmez, toplumsal olayları yansız bir bakışla incelemek, yansız eleştirmek gibi sözler ya da genel olarak susmak, olaylar karşısında ses çıkarmamak, çıkaramamak ya da umursamamak oldukça yaygınlaştı. Bunları yapmadıkları gibi yapanı, yurttaşlık görevini yerine getirenleri de benimsemiyorlar.
Sokaktaki insanlardan aydınlara değin herkesin yeri ve işlevi, sözü ve bilgisi bakımından etkili olması, yani toplumda var olması, tarafsız olmak gibi algılanıyor. Ancak bana göre tarafsız olduğunu ileri sürenler tam tersini yapıyorlar çünkü bu türde davranış da bir çeşit çıkarını savunmak, güçten yana olmaktır. Toplumsal gelişmeleri ve olayları tarafsız bir bakışla inceler görünenler bana göre kurulu düzenle bağlarını sağlamlaştıran kimselerdir.
Asıl sorun çağını yaşama, çağın sorumluluklarını yüklenme, ilkelerin insanı olmak sorunudur. Yanlışım yoksa, Batılı bir düşünür, “En büyük namussuzluk başkalarına yapılan haksızlıklara tanık olunduğu halde susmaktır”, diyordu. Fransız düşünür Sartre da her insanın herkes karşısında her şeyden sorumlu olduğunu söyleyen Dostoyevski’nin sözünü her fırsatta anımsatırdı.
Kuşkusuz, var olan gücün çıkarları doğrultusunda konuşan, yazan, propaganda yapanlara ya da siyasal nedenlerle onları tutan halka sözümüz olamaz. Bana göre onlar, kendilerini demokrat, yurtsever aydın sanan ama etliye sütlüye karışmayanlardan daha namuslu, daha tutarlıdır. Çünkü, ne oldukları, neyi savunup hangi güce dayandıkları açıktır.
Kendilerini toplum içinde ilerici gibi gösteren ama gördükleri ve benimsemedikleri işler karşısında susanlar unutmamalıdırlar ki, toplumlar böyle bunalımlı günlerden ancak toplumsal dayanışma, toplumsal akılla çıkabilirler.
Günümüzde, muhalif tarafta olmayı bırak, muhalif düşünmenin bile zorluğunu bilmediğimiz sanılmasın. Paul Valery “Bir hükumet, yaşayan ve kendine karşı çıkanı ne kadar koruyabiliyorsa, o kadar güçlüdür”, derken kuşkusuz gerçek demokrasiden söz ediyor olmalı. Ama bilinmeli ki gerçek demokrasiler gökten zembille inmez, kolay gelmez. İnsanın birincil görevi doğru bildiğini, inandığını, aklına uygun olanı, vicdanına uyanı dosdoğru söylemektir. Bu yerelde de böyledir ulusal çapta da hatta evrensel alanda da…
Örneğin, evrensel alanda bugün Batı, tüm dünyanın gözü önünde Orta Doğu’da olanlar karşısında suskun kalarak düş kırıklığı yaşatmıştır. Batının tavrı da yukarıda söz ettiğim etliye sütlüye karışmayan bizdeki insan tavrından farksızdır.
Biliyorsunuz, yakında yerelde de genelde de seçimler var. İnsanımızın görevi adaylar arasından en düzgününü, en dürüstünü en iş yapabileni en uygununu yönetici seçmek. Bu yarışta kimden hangi konularda rahatsız oldukları, neye itiraz ettikleri, nelere karşı çıktıkları her ne varsa bunu tüm adaylar piyasaya çıktığında açıkça söyleyebilmeli, yazabilmeli, içten pazarlığı bir yana bırakmalıdır. Gerçi ne söyleseler de duymayan ve kerameti kendinden menkul yerel adaylar ise hiç sahneden inmeye niyetli değiller ve sürekli her koltuğa, her makama talipler…
İnsan, belli değerleri savunup, yazıp, konuşup sonra da devekuşu gibi kafasını kumlar altına gömecekse o değerlerin yanına bile yaklaşamamıştır. Tabi bir de, kendini kanaat önderi/aydın/eğitimli görüp her ortamda boy gösteren, her çabaya kara çalan bir kitle de yok değil…
Bizim gibi taşra illerinde zaten siyasetin girdabına tutsak düşmüş kısır tartışmalar içe dönük bir nitelikte sürüp giderken, halkın da son zamanlarda hep bu yöne sokularak bilinçli olarak siyaset çemberinin dışına çıkarılmaması acıdır.
İnsanın tekrara ve taklide düşmemesi, yeniyi, insanlık onuruna yakışır bir ortamı ve yaşam kalitesini istemesi kadar doğal ve güzel bir şey olamaz. Bu suç ya da ayıp değildir.
Toplumun en kısa zamanda hakkını arayan, haksızlığa ya da yanlışa karşı daima cesur ve açık bir tavır alabilen bir bilince erişmesini; duyarlığa, nezakete, sanata, kültüre, hoşgörüye hak ettiği değeri vermesini; kabalığın, korkunun, içe kapanmanın, her türlü kısır didişmenin içimizden kovulmasını; karşıt görüşlere, eleştiriye saygının el üstünde tutulmasını diliyor, insanlık onuruna yakışmayan her ne varsa karşısında durmamız gerektiğini naçizane anımsatıyorum.