Son günlerde Harput üzerine televizyon, youtube ve yerel gazetelerde birkaç çalışma gördüm. Bunların çoğunluğu tekrardan, yani eski, bilindik, sıradan şeylerden oluşuyordu. Peki, biz hangi kültürü hangi eylemlerle koruyacağız bunu nasıl yapacağız ve evrensel değerlere bağlı kalmadan yapılacak girişimlerin başarı olasılığı olacak mı?
Harput'un görkemli kayalıklara bulunduğu yerde bir zamanlar masalsı bir yaşam vardı. Eski fotoğraflarda da görüldüğü üzere; Amerikalıların okulları, azınlıkların Fırat Koleji, Fransız Kapuçinlerin ve Danimarkalıların eğitim kurumları ve yerli halkın konakları, köşkleri, sarayları seçkin mimari görüntüleriyle Harput'u güzelleştirirken, bu yapılarda görevli batı kültürlü yabancıların varlığı da Harputlunun yaşam felsefesini düşünsel açıdan zenginleştiriyordu. Çok geriye gitmeden bundan yalnızca 130 yıl önce bile, Ermeni, Rum, Süryani ve birçok azınlık ve Müslüman Türkler olağanüstü bir birlik ve sorunsuzluk içinde yaşarlardı. [1]
Siz Harput'ta kültürü koruyacağınızı ileri sürerken, geçmiş toplumları, uygarlıkları görmezden gelirseniz, önce geçmişinize karşı durmuş olursunuz. Bunun için ilk koşul kültürü din-ulus-mezhep gibi sınıflandırıcı terimlerden bağımsız düşünmektir, düşünebilmektir. Kısaca sizin kafanıza yerleşen kültür anlayışıyla, evrensel kültür arasında dağlar kadar fark vardır.
Bu duyarsızlığı, Türkiye'nin ulus, inanç ve değerler sistemi açısından bağlı olduğumuz baskın kültür değerleri bağlamında da görmek olasıdır.
Kültürel varlıkları korumak için etnik ya da dinsel ayrımlara girmemek gerekse de bugün Türkiye'de böyle bir ortam bulunmuyor, kaldı ki açık söylemek gerekirse bu topraklarda, bu kültür coğrafyasında, tarihsel yapıların, tarihsel kentlerin, kentsel alanların korunması, Selçuklularda, Osmanlılarda, hatta Cumhuriyet’te bile hiçbir zaman tutarlı ve uygulanabilir bir devlet politikası olarak öncelik taşımadı, ne yazık ki bugün de taşımıyor...
Toplumsal ve ekonomik gelişmelerin doğurduğu nüfus hareketleriyle yükselen kentsel gelişim süreci ister İslam kültür geleneğinden ister ayrı bir etnik ya da inanç sisteminden gelmiş olsun, tarihsel miras üzerinde ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Binlerce yıllık kesintisiz bir etkileşim içinde, iç içe, yan yana yaşamış kültürlerden bugüne ulaşabilmiş ortak mirasın korunması kültürde sürekliliği temel alan güçlü bir “tarih bilinci”ne dayandırılamadığı için, yasalarla alınmaya çalışılan önlemler geleneksel kent kültürüne ait değerlerin yaygın bir biçimde tahrip edilmesini, kimi yerlerde yok olmasını önleyememiştir. [2]
Kökenleri günümüzden dört bin yıl öncesine giden Harput için, bugüne değin ne merkez yönetimleri sistemli bir koruma, bakım ve restorasyon planlaması uygulanabilmiş ne de Elâzığ’da yerel yönetim ve halk ortak sorumluluk bilinciyle uyumlu bir ilişki içinde olabilmiştir.
Sonuçta, XX. yüzyılın başlarına kadar çok kültürlü, çok inançlı, çok kimlikli yapısını korumuş bu kültür merkezinden geriye bir harap kale, dört câmi, üç türbe, iki hamam, iki kaplıca ve çok az sayıda sivil mimari yapı kalmıştır. [3]
Yapılar insanlarla, insanlar düşünceleriyle yaşarlar. Üstünde yaşadığımız toprağın geçmişine ilişkin ne varsa korumak hepimizin boynunun borcudur.[4]
Kesintisiz bir zincirin halkaları olan kültürel mirasının korunmasına yönelik politikalar, ne yazık ki ülkemizde bilinçsiz bir sahiplenmeyle hareket eden sığ bir milliyetçi ve dinsel söylem ile, "gereksinim" ve “yenilik” adları altında "rant” güdüsüyle yönlenen köksüz bir modernlik arasında sıkışıp kalmıştır. [5]
Tüm siyasetçilere, yerel yöneticilere, üniversiteye, kent konseyine sesleniyorum, bu kafayla alacağınız yol yoktur. Yok olan kültürel mirasla yok olanın ortak hafızamız, kültürel kimliğimiz olduğunu anlamanız için daha kaç yıl geçecek? Anladığınız zaman geride bir kültür kalacak mı?
Bugün Harput’ta, insana, doğaya, zamana ve size evet size direnerek ayakta kalan ve birkaç kültürel miras varlığını yüz yıl öncesinde Harput’un yamaçlarını dolduran ve izleyen yıllar içinde hiçbir iz bırakmayacak biçimde yok edilen sivil mimari örneği binlerce yapının dokunaklı-acı yazgısında kendi sonlarını görür gibidir. [6]
Kısaca bugünkü kafayla Harput'u korumak, kültürel varlıklar üzerinde yetkin işler yapmak ve UNESCO süreci boş bir düşten başka bir şey değildir.
-----------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Nevzat Çevik, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
[2] Prof. Dr. Kemal Özmen, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
[3] Prof. Dr. Kemal Özmen, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
[4] Prof. Dr. Nevzat Çevik, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
[5] Prof. Dr. Kemal Özmen, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
[6] Prof. Dr. Kemal Özmen, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.