Türk-İslâm kültüründe ayrı bir yeri olan ‘ebced’ hesabı ve ‘tarih düşürme’ herkesin ilgisini çekmiştir.

Ebced, Arap abecesindeki elif, be, cim, dal harflerinin okunuşlarından türetilmiş bir sözcüktür.

Bilirsiniz, atalarımızdan bize miras kalan cami, çeşme, köprü, kütüphane, şadırvan, kışla, mezar taşı ve benzer kültür ürünlerimizde ebced hesabıyla tarih düşürmelere çokça rastlanır.

Bu düşümler yalnızca birer dil başyapıtı olmakla kalmaz, aynı zamanda tarih yazma işlevini de yerine getirirler.

Bu sanatsal ustalığın görünürdeki kolaylığına karşın; son derece karışık, belirsiz ve çözümlenemez dil ve söz oyunlarına dönüştüğüne her yerde tanık olunur.

Okunup çözümlenmelerinde, iyi bir "Divan Yazını" bilgisi yanında, konuya ilişkin özel bilgilerin gerekliliği ortadadır.

Keban’daki Yusuf Ziya Paşa Camisi'nde de tarih düşürmenin ilginç örneklerini görmekteyiz.

Bu caminin mimari özgünlüğü gibi, yazıtlarındaki hat örnekleri ve bu yazıtların şiir değeri de Türk sanatı açısından son derece önemlidir.

Bu oluşumda; devrin özellikleri, Yusuf Ziya Paşa’nın şairliği ve tarih düşürmede doruk ad "Sururî"nin varlığı önemli etkenlerdir.

Yusuf Ziya Paşa Camii yazıtlarına ilişkin ayrıntılı ve kapsamlı; şairleri saptama, vezinleme, ebced çözümlemeleri ve sanatsal yorumlamalara özellikle gereksinim vardır.

Değerli Sait Bilgin'in “Dünden Bugüne Keban” adlı yapıtı ve saygıdeğer ağabeyi rahmetli Sabit Bilgin'in "Keban Yusuf Ziya Paşa Camisi ve Külliyesi" çalışması bizlere bu konuda yol gösterecek iki temel öncüdür.

Bu gereksinimi saptadıktan sonra Yusuf Ziya Paşa’ya düşürülen tarihlerden bazılarına ilişkin bir şeyler söyleyelim:

ÖRNEKLER:

“Nokta sığmaz hâsılı Tayyâr bu târîhe hiç; / Nûrdur Yûsuf Ziyâ Pâşâ ki virdi sadra fer.”

1213 (Tayyar Paşa ) - Divan

Şair, 'Ziyâ' sözcüğünün çok anlamlılığından yararlanarak; Paşa’nın sadrazamlığı da aydınlatacağını söylüyor.

Ayrıca dolu bir tarihe, küçücük bir noktanın bile sığmayacağını, noktaya / hitama yer bulunamayacağını vurguluyor.

Ama konumuz açısından asıl önemlisi; son mısradaki tarih düşürmede, yalnızca noktasız harflerin hesaba katılması uyarısı yapılıyor. Noktasız harflerin değerleri toplamı da 1213 etmektedir.

Bulunan hicrî yılın karşılığı, milâdî 1798/1799 olabilir.

Ancak Yusuf Ziya Paşa’nın sadrazamlık başlangıcı ay ve gün olarak bilindiğinden (18 Rebî’ül-evvel / 1213) bu tarih milâdî 1798 demektir.)

“Dil-i kân reşkle kopdukda didim târihin: / Aldı mührî keremin ma’deni Yûsuf Pâşâ ”

1214 - 1 = 1213 (Sururî)

Şair, Yusuf Ziya Paşa’nın sadrazamlık mührünü alışını övünç ve gururla söylerken, onun "Keban Maden eminliği"ne de gönderme yapıyor.

Ayrıca üst mısranın ‘Dil-i Kân’ tamlamasından sökülecek olan elif harfini gösteriyor.

Kân’ sözcüğü, ‘maden kuyusu’ anlamına da geldiğinden, madenden (Keban’dan) çekilip alınan bir sadrazam benzetmesi, katmerli anlamlarla vurgulanıyor.

Teknik olarak, son mısranın harf değerleri toplamından elif harfinin değerini çıkaracağız demektir.

“Mührine lâyık cevheri ma’dende buldı Pâdişah”

1213 (Sururî)

Sadrazamlığa yakışır değerin, madende (Keban’da) padişahca bulunduğu söyleniyor. Tam tarihtir. Noktaların ya da artırıp eksiltmelerin hesaplama geçerliliği yoktur.  Son mısradaki harflerin sayı değerlerinin toplamı da 1213 (1789)’ü vermektedir.

“Âlemi emrine râm eyledi Yusûf Pâşâ”

1213

(Sururî)

Sadrazamlıkla, Yusuf Pâşâ’nın artık söz sahibi olduğu, herkesi kendine bağladığı söyleniyor.

Burası da özel hesaplaması olmayan tam tarihtir.

“Aldı mühri Âsaf-ı Yûsuf –likâ-yı Şeh Selim."

1213

(Sururî)

Sadrazamlıkla Yusuf Paşa’nın III. Selim’e yaklaştığı söyleniyor. Bu benzetmede adı geçen Âsaf sıradan biri değil, Hz. Süleyman’ın veziridir. Tam tarihtir.

Bu mısranın harf değerlerinin toplamı 1213’ü vermektedir.

Saygılar sunuyorum.