Bereket tanrıçasının anavatanı Anadolu toprakları son yıllarda yıkımın eşiğinde. Benim ilkokulda okuduğum yıllarda kendine yeten yedi ülkeden biri olduğumuz gururla anlatılırken bugün tarımda, hayvancılıkta dışa bağımlıyız.

Derelerimizi, tepelerimizi, zeytinliklerimizi, bahçelerimizi, dağlarımızı, ormanlarımızı koruyamıyoruz. Bugün ormanlar, meralar, dağlar, deniz kıyıları yol yapımı, enerji santralleri, sanayi tesisleri, otel, yazlıklar gibi akla gelebilecek her türlü yapılaşmaya açık halde olup, bu yolda yasalar bile kolaylıkla çıkartılmakta. Enerji ve maden yatırımları için çıkartılan yasa da bunlardan biri. Bu yasayla zeytinlikler koruma statüsünün dışına çıkacağı için her türlü yapılaşmanın önünün açılabileceği açık.  

Bizim 1950’lerde başlayan “Küçük Amerika” olma düşlerimizin getirdiği bir nokta olsa gerek ki, 50-60 yıldır, “kalkınma” uğruna acımasızca doğaya müdahale edebiliyoruz. Buna karşı çıkan insanlar “Boğaziçi köprüsü” örneği gibi 50 yıl sonra bile yatırım düşmanı olmakla suçlanabiliyor.

Bugünkü tarımın, hayvancılığın, ekonominin bitme noktasına gelmesinin nedenlerinden biri de bu olmalı. Çünkü Anadolu coğrafyasının ekosistemi son yıllarda artık yıkımın eşiğinde. Denizlere akan zehirler, kanalizasyonlar, atıklar; dağlarda aranan madenler, ırmak kıyılarında altın madeni işleten şirketler; derelerde santraller yapan yerli yabancı holdingler, deniz kıyılarında ruhsat verilen otel işleticileri, tarihsel alanlarda beton binalar; imar aflarıyla yok edilen meralar ve niceleri…

Bugün, yok edilen ormanlık alanlar nedeniyle topraklarımızın yüzde 86’sı erozyon tehdidi altında. Sulak alanların yarısı son 50 yıl içinde yok edildi, son 40 yıl içinde üç Van Gölü büyüklüğünde sulak alan kurutuldu. Yüzlerce balık türünün yarısı tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.

Geçmişte kimi doğa katliamlarına yargı dur dese de bugün öyle bir olasılık da azalmış durumda. Yöneticilerin beton tutkusu, turizm, kalkınma, enerji gibi gerekçeleriyle özensizce talan edilen doğal alanlar, hunharca sömürülen doğal kaynaklar ve bunlara itiraz edenlerin hainlikle suçlanmaları bitecek gibi değil.

Şimdi bunların bir bölümünü anımsamaya çalışalım:

Marmara Denizinde Deniz Salyası 

İstanbul Havalimanı

Kastamonu Bozkurt’ta Sel Felaketi

Kaz Dağlarında Kesilen Ağaçlar

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü

Karadeniz Sahil Yolu

Caretta Carettalar

Altın Madenleri

Meralar

Kuruyan Göller-Dereler

HES’lerin Yükselişi

Termik Santraller

Nükleer Santral

Jeotermal Enerji Santralleri 

Elâzığ Harput’un Yok Edilişi

Tarihsel Yıkımlardan Biri: Hasankeyf

Dipsiz Göl

Betona Dönüşen Uzungöl  

İkizdere Taş Ocağı

Cerattepe’de Altın Madeni

Park Otel ve Gökkafes

Görüyoruz ki, ekonomik katkıları olsa da bu projelerin çoğunun, dünyanın en verimli, en özenle yaratılmış doğasına sahip Anadolu’da geri dönülemez ekolojik yıkımlara yol açtığı açık.

Yurdun dört bir yanında ‘kalkınma, ekonomik büyüme gibi söylemlerle gerçekleştirmeye çalışılan ve doğa için hiçbir önlem alınmadan süren rant ve yıkıma dayalı işler ekolojik yaşamın sürekliliğini yok etmekte, halk sağlığını tehdit etmekte, son 50-60 yılın iktidarları tarihe, doğaya karşı özensiz ve duyarsız duruşlarını sürdürmekte, karşımıza Türkiye doğası ve tarihi açısından son derece olumsuz bir tablo çıkarmaktadır. Bu karanlığın tek nedeni, doğanın ve tarihinin sınır tanımaz bir biçimde yağma ve talana açılması, ekonomik kurtuluş için doğanın bir hedef ve meta olarak görülmesi anlayışıdır.