Dünyanın zembereği kaymış, ekonomisi allak bullak olmuşken; değerli ülkemiz, vatanımız, üretim yapamama darboğazına girmişken, yaklaşan kış ayının zor geçeceği artık herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçek! Ateş çemberi içerisinde bulunan Türkiye’miz, etrafında gerçekleşen birçok insani duruma, tarihsel ve insansal sorumluluğunda etkisi ile duyarsız kalamamakta; bir şekilde kendini olayların ortasında veya hedefinde bulabilmektedir. Türkiye güçlü olmak zorundadır. Başka bir şansı yoktur. Yönetimsel olarak yaşanılan olaylar karşısında, dış dünyaya her zaman birlik ve beraberlik görüntüsü vermemiz elzemdir.

Hal böyle iken vatandaş ödeyeceği faturayı, evine götüreceği yağı, ekmeği düşünmekte…

Oysa bunları düşünmemesi lazım. Dünyanın en bereketli topraklarına sahip bir vatan var elimizde. Taşa tohum eksen, yeşerecek bir yapıda Anadolu’muz, gel gör ki tohum İsrail malı…

Lanetli kavim, tohumun genetiği ile oynamış; bir şekilde bunu kullananı kendine bağımlı yapmış…

Bak sen şu kâfirin işine…

Bizim toplamda 208 adet üniversitemiz vardır ve bugün bu üniversitelerin 26'sında Ziraat Fakültesi, 5'inde Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, 1'inde Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi olmak üzere tarımsal yükseköğretimle ilgili 33 fakülte bulunmaktadır. Bu Ziraat Fakülteleri ne iş yapıyor? Diye düşünen tek siz değilsiniz, emin olun…

İşte ondan dolayı her ile Üniversite açmak marifet değil…

Açtığınız üniversite, üniversite gibi olacak. Bilim yuvası, araştırma merkezi haline gelmesi lazım. Vatanın ve milletin çıkarlarını koruyabilmek için bilimsel çalışma yapması lazım, yerli tohuma, yerli üreticiye sahip çıkarak onları desteklemek lazım…

Yükselen fiyatlar, eriyen maaşlar ve gelirler karşısında, zor geçecek kış bizleri, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını beklemektedir. Mutlu azınlık için bunlar hiç de dert değildir. Onlar lüks ve refah içerisinde yaşarken, halkın hali hiç de umurlarında değildir.

****       ****     ****     ****

    Yazımı kaleme aldığım gün ve saat itibariyle Cuma Namazı’na gitmem gerekiyordu. Camiyi dolduran cemaat, büyük bir sükûnetle verilen vaazı dinliyordu…

İki Cumadır bir konu dikkatimi çekiyor ve bunu sizlerle paylaşmak istedim. Cuma hutbesinin sonunda yapılan duada özellikle “Filistin’de yaşayan Müslüman kardeşlerimize sen yardım et Ya Rabbi.” dua etmekteydi. Âmin, bin kere Âmin, yüz bin kere Âmin…

Ancak tek zülüm çeken Müslümanlar sadece Filistinliler mi? Dünyanın başka herhangi bir yerinde zulme uğrayan, canı yanan hiçbir Müslüman yok mu? Arakan’da Budistler tarafından her türlü eziyeti çeken ve kendine ben Müslümanım diyen din kardeşlerimiz yok mu? Doğu Türkistan’da yaşanan Çinlilerden eziyet görenler hakkında acaba hocam ne düşünüyor? Biz Müslümanlar böyle düşündüğümüz için, birlik olamadığımız için bu hale düşüyoruz. Müslüman uyanık olmak zorunda. Müslüman aynı yerden tekrar darbe yememek zorunda. Ama görünen o ki bizim bu zihniyetimiz kolay kolay değişmeyecek. Din, asil görevinin dışına çıkarılıp; malzeme olarak kullanılmaya başladığında sonuç ortada…

Rabbim bu mübarek gün yüzü suyu hürmetine, bu milleti, bu ümmeti; uyuduğu gaflet ve cehalet uykusundan uyandırsın.