Ucu bucağı olmayan bozkırların hâkimi olmak için insanüstü gayretlerin gösterildiği bin yıl önceki hayatı hayal etmek oldukça güçtür. Atlar, develer ve küçükbaş hayvanlar, bu zorlu coğrafyada hayatı sürdürebilmenin vazgeçilmezleriydi. Bozkıra hükmetmek, hayatta kalmanın tek yoluydu; aksi halde bozkır, size hükmederdi. Kuraklık, amansız doğa koşulları ve kabileler arası mücadeleler, bozkır insanı için sıradan birer gerçeklikti. Onlar için gün doğumunun ve batımının en görkemlisi, uçsuz bucaksız düzlüklerde yaşanırdı. Belki de bu yüzden bozkıra hükmeden, dünyaya da hükmederdi. Bozkırın en büyük efendisi olarak anılan Cengiz Han, dağınık kabileleri tek bir otağın altında birleştirip gücünü artırarak, fetihleriyle bozkırın sınırlarını aşmış ve dünyanın dengesini değiştirmiştir. Ancak, eski Türk geleneği gereği topraklarını çocukları arasında paylaştırması, ilerleyen dönemde anlaşmazlıklara yol açmıştır.

Asya bozkırlarında yaşananlar, sanatçılar ve yazarlar tarafından edebî eserlerle günümüze taşınmıştır. Özellikle 1991 öncesinde Sovyetler Birliği’ne bağlı olan bugünkü bağımsız Türk Cumhuriyetleri, o dönemde en çok merak edilen coğrafyalar arasındaydı. Bu toprakları ziyaret edenlerin kaleme aldıkları eserler, büyük bir heyecanla okunurdu. İslam öncesi Türk tarihinin geniş düzlüklerinde yaşananlar, Mâveraünnehir’den Don ve Volga’ya, Kuzey Karadeniz’in Kıpçak yaylalarına kadar hayal dünyamızda canlılığını hep korudu.

Sanatçılar, milletlerin kimliklerini ve tarihlerini geleceğe taşımak adına insanüstü bir gayret gösterirler. Şairler, heykeltıraşlar, ressamlar ve sahne sanatçılarının eserleri, milletlerin varoluşunun sessiz tanıklarıdır. Bu sanat dalları arasında sahne sanatlarının ayrı bir yeri vardır ve bunun en somut örneklerinden biri, 16 Aralık 2024 akşamı Atatürk Kültür Merkezi'nde sahnelenen “Han Sultan Operası” ile bir kez daha ortaya çıktı. “Han Sultan,” Cengiz Han’ın dağıttığı Harezm ülkesinin ardından, çocukları arasında paylaşılan topraklarda hayatını sürdüren Türk boylarının genç ve güzeller güzeli kızı Han Sultan, Cuci’nin eşi olarak hikâyeye dahil olmuştur. Han Sultan, güzelliği yanında akıllı, sözüne sadık, adil ve halkını koruyan bir kişiliğe sahipti. Cuci’nin erken yaşta ölmesiyle büyük acılar yaşasa da küçük yaşta tahta geçen oğlu Berke’yi belalardan koruyarak geleceğin Türk tarihini adeta tek başına yazmıştır.

Almatı Abay Operası sanatçıları tarafından sahnelenen bu eser, 300 kişilik dev kadrosu, büyüleyici dekoru ve ışık gösterileriyle İstanbullu sanatseverlere unutulmaz bir gece yaşattı. Kalabalık orkestranın icra ettiği müzik, sahnedeki her anı büyülü hale getirdi. Seyirciler, kimi zaman bir sarayın içinde, kimi zaman bozkırdaki bir çadırda hissederek sanatın gücüne bir kez daha şahit oldular. Özellikle Han Sultan’ın duygularına seyircilerin katıldığı anlar, salonda nefeslerin tutulmasından anlaşılabiliyordu.

Oyuncuların performansları görülmeye değerdi. Her oyuncu kendisine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirdi.

Işık oyunları, dekor ve kostümler kusursuz bir uyum içinde gösteriliyordu. Orkestra, sahne ve ışıkların senkronizasyonu, profesyonel bir sanat yönetmeninin ustalığını gözler önüne seriyordu. Kostümlerin kalabalık kadro ile sahne ışıklarıyla ahenk içinde olması, eserin görsel zenginliğini daha da artırdı.

Geçmişi bir opera icrası ile yaşamak gerçekten muhteşemdi. TÜRKSOY’un katkıları ve Kültür Bakanlığı’nın destekleriyle bu büyük sanat etkinliğinin sanatseverlerle buluşturulması takdire şayandı. Soğuk havaya rağmen insanların günler öncesinden biletlerini alıp salonu doldurması, Atatürk Kültür Merkezi’nin görkemine ayrı bir değer kattı. İstanbul’dan “Han Sultan” geçti ve hafızalarda unutulmaz bir iz bıraktı.