Son günlerde Türkiye’nin gündemine oturan Köfteci Yusuf skandalı, gıda güvenliği konusunda derin bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Ünlü köfteci zincirinin bazı şubelerinde domuz eti bulunması, başta helal gıda hassasiyeti taşıyan vatandaşlar olmak üzere toplumun geniş bir kesiminde şok etkisi yarattı. Türkiye’nin dört bir yanında şubesi bulunan ve geniş kitlelere hitap eden bir markanın adının böyle bir skandalla anılması, denetim mekanizmalarının sorgulanmasına neden oldu. Ancak bu olay sadece bir işletmenin sorumluluğunu değil, hükümetin gıda denetimlerinde yetersiz kaldığını gözler önüne seriyor.

GIDA DENETİMLERİ NEREDE YETERSİZ KALIYOR?

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın zaman zaman yaptığı denetimlerin yetersizliği, bu tarz skandalların artmasına sebep oluyor. Gıda sektöründe faaliyet gösteren on binlerce işletme, özellikle büyük şehirlerde sıkı denetimlerden geçmediği sürece benzer olaylar kaçınılmaz hale geliyor. Köfteci Yusuf’taki domuz eti tespiti, aslında uzun süredir süregelen bir gıda güvenliği zafiyetini gün yüzüne çıkardı. Bu olay, denetimlerin yetersizliğini ve işletmelerin bu durumu suiistimal edebileceğini ortaya koyuyor.

SİSTEMATİK BİR YETERSİZLİK Mİ?

Bu noktada, hükümetin denetim politikalarının ne kadar etkin olduğu tartışmaya açılmalıdır. Gıda denetimleri yalnızca belli dönemlerde yapılan rutin kontrollerden ibaret olduğu sürece, halk sağlığı ciddi tehlike altında kalmaya devam edecek. Gıda işletmelerinin denetlenme sıklığının artırılmaması, bu tarz skandalların çoğalmasına zemin hazırlıyor. Köfteci Yusuf gibi büyük zincirler bile denetimlerden kaçabiliyor ya da yetersiz denetimlerin bir sonucu olarak böyle bir skandalın merkezinde yer alabiliyor. Peki, küçük işletmelerde durum nasıl? Eğer büyük markalarda bile bu kadar büyük zafiyetler söz konusu olabiliyorsa, küçük lokantalar, restoranlar, kafeler ve gıda üreticilerinde daha büyük risklerin olduğunu varsaymak zor değil.

VATANDAŞ NE YEDİĞİNİ BİLMEK ZORUNDA…

Bu skandal sadece bir işletme sorunu değil, aynı zamanda halk sağlığını doğrudan etkileyen bir mesele. Vatandaşlar ne yediğini bilmek zorunda, fakat mevcut denetim mekanizmaları bu güveni sağlamaktan uzak. Tüketiciler, gıdalarda kullanılan içeriklerin doğru bir şekilde etiketlendiğinden ve denetlendiğinden emin olmalı. Ancak ne yazık ki Türkiye’de gıda güvenliği denetimlerinin bu ihtiyaca cevap verecek düzeyde olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Yurttaşlar, devletin bu konuda gerekli adımları atmamasından dolayı endişe içinde. Denetimlerin yetersizliği, gıdalarda sahtekârlık yapılmasına olanak tanıyor ve bu da halk sağlığını ciddi bir şekilde tehdit ediyor.

ELAZIĞ’DA DA SORUN BÜYÜK: HER LOKANTA VE KAFE DENETLENMELİ

Bu sorun sadece büyük şehirlerle sınırlı değil. Elazığ’da da Tarım ve Orman Bakanlığı’nın denetimlerinde iki firmanın benzer şekilde sınıfta kaldığı raporlandı. Bu durum, gıda sektöründe yaygın bir zafiyetin olduğunun bir diğer kanıtı. Elazığ gibi şehirlerde bile gıda denetimlerinin yeterli seviyede yapılmaması, daha geniş bir denetim mekanizmasının devreye sokulması gerektiğini açıkça gösteriyor. Her lokanta, her kafe, her restoran sıkı denetimlerden geçirilmelidir. Sadece belirli dönemlerde yapılan denetimler, bu tarz sorunların çözümüne katkı sağlamayacaktır. Denetimler sürekli, sıkı ve kapsamlı olmalıdır. Ancak bu şekilde halkın sağlığı korunabilir.

HÜKÜMET NEDEN GEREKEN ADIMLARI ATMADI?

Gıda denetimleri konusundaki yetersizlik, hükümetin bu alanda ne kadar sorumluluk aldığını da tartışmaya açıyor. Bugün Türkiye’de pek çok insan, tükettikleri ürünlerin ne kadar güvenli olduğu konusunda endişe duyuyor. Denetim mekanizmalarının eksikliği, hükümetin bu sorunu ciddiye almadığını düşündürüyor. Hükümet, gıda güvenliğiyle ilgili daha proaktif bir politika izlemelidir. Mevcut denetim sisteminin zafiyetleri göz önüne alınarak, acilen yeni bir düzenleme ve daha katı yaptırımlar getirilmelidir. Aksi halde, bu tarz skandallar artarak devam edecek ve toplum sağlığı daha büyük bir tehlikeye sürüklenecektir.

CEZALAR YETERSİZ Mİ?

Gıda güvenliğini ihlal eden işletmelere uygulanan cezalar da caydırıcı olmaktan uzak görünüyor. Bu tarz ciddi ihlallerin ardından firmalara verilen cezaların yetersizliği, aynı hataların tekrar edilmesine yol açıyor. Büyük zincirlerin bile bu denli ihmalci olabilmesi, cezaların caydırıcı olmadığını ortaya koyuyor. Gıda sektöründe halkın sağlığı ile oynayan işletmelere yönelik cezaların çok daha ağır ve etkin olması gerektiği aşikâr.

SONUÇ OLARAK: HALK SAĞLIĞI ÖNCELİK OLMALI

Bu olay, sadece bir işletme hatası değil, sistemsel bir yetersizliğin yansımasıdır. Halk sağlığı, hükümetin birinci önceliği olmalıdır. Gıda denetimlerinin sıkılaştırılması, cezai yaptırımların caydırıcı hale getirilmesi ve toplumun gıda güvenliği konusunda daha şeffaf bilgilendirilmesi şarttır. Yurttaşlar, ne yediklerini bilmek ve güvenli gıdalara ulaşmak konusunda devletten çok daha fazlasını bekliyor. Gıda güvenliği sağlanamadığı sürece, toplum sağlığı üzerindeki tehditler artarak devam edecektir.