Üç tarafı sularla çevrili ada kent özelliği taşıyan aziz şehir Elâzığ, sahip olduğu jeopolitik özelliğinden dolayı tarih boyunca her daim yerleşim yeri tercihinin en başında gelmiştir. Murat, Karasu, Munzur gibi akarsuların birleşmesiyle kutsal olarak kabul edilen Fırat nehri oluşmaktadır. Yani Fırat nehrinin doğduğu topraklar Elâzığ’dır. Bin yıllar boyunca Elâzığ ve çevresini besleyen, kültürel olarak yükselmesini ve tarihin ışığında yer almasını sağlayan kutsal nehir Fırat, 1974 yılından bu yana Elâzığ’ın önüne set olmuş durumda. Deyim yerindeyse Fırat şehrin sosyolojinden tutun da yaşamına, iklimine her zerresine kadar değiştirdi. Önce Keban barajı ardından Karakaya barajı şehrin tarihini, arşivini, tarımını, geçimini yutmuştu artık. Tabi bu barajların yapımı sırasında sayısız hikâyeler mevcut. Her biri birin irinden acı ve kederli. Lakin bir hikâyemiz var ki benim aklımdan asla çıkmaz. 2020 yılıydı Atlas dergisinden bir ekip şehrimize gelmiş, ilimiz ve Baskil ilçemiz ile ilgili bir sayı hazırlayacaklardı. Bende kendilerine rehberlik edecektim. Önce Baskil ilçe merkezi, derken ışıklar köyü Mor Ahron manastırı ve Sultan Alâeddin Keykubat’ın kaldığı zindanlarda yolculuk gerçekleştirdik. Fırat’ın incisi kadim ilçemizin tarihi yerlerini gezdirip anlatmaya çalıştık. Tam Keykubat zindanlarında iken inanılmaz bir yağmura yakalandık sırılsıklam olduk. Hemen Suyatağı köyü muhtarımız can abimiz Yılmaz abimizi aradık. Bizi aldı evine getirdi. Kuş sütü eksik olan bir köy kahvaltısı hazırladı, sobamız yandı, çayımız demlendi.
Üstüne sütlük tüm çoraplarımız değiştirdi, bir de elbiselerimizi kuruladılar…
Aklımdan Anadolu irfanı henüz ölmemişti diye düşündüm…
Bu kısa misafirlikten sonra yolumuza devam edip, Höyük köyüne ulaştık.
Muhtarımız Recai Bey bizleri karşıladı.
Yine inanılmaz bir sevgi, hürmet…
Derken sohbet başladı...
Recai muhtar dedelerinin Arapkir’de yaptırdığı 200 yıllık siniyi bizlere anlattı.
Ardından konu Fırat’a geldi…
Ve barajın köylerini nasıl aldığını, yıktığını anlattı.
Babasının ve tüm ailesinin mezarları Fırat ile sular altında kalmış, muhtarımızın.
Recai muhtar bu konuşmasını Atlas dergisi muhabiri Alkım hanıma anlatırken köyü terk ettikleri günden bahsediyordu.
‘’Kerpiç damlı evlerimizden hepimiz ayrıldık, terk ettik dedi.
Yalnız arkamıza dönüp baktığımızda köyün kedileri bir türlü terk etmediler.
Birkaç gün bekledik gelirler diye…
Su yükseldikçe terk ederler diye bekledik.
Lakin düşündüğümüz gibi olmadı, sular yükseldikçe köyün kedileri birer birer Fırat’la boğuldular, gözden kayboldular dedi…
Evet, gerçekten benim için çok acı bir hikâyeydi bu. Coğrafyanın kedileri bile Fırat’a direnmişlerdi.
Lakin ne çare...