Üzüm ve bağ kültürü ülkemizin ve yöremizin en önemli kültürlerinden. Bu kent, bu topraklar Anadolu üzümünün ve şarapçılığının antik çağlardan beri simgesi.

Yüzlerce yıl, Elâzığ bölgesi, kendine özgü "Boğazkere" ve "Öküzgözü" üzümleriyle ünlenmiş.

Elazığ’da yetiştirilen üzümün çok küçük bir bölümü "şaraplık", yarıdan çoğu sofralarda günlük, yine bir bölümü de yöreye özgü "pekmez", "pestil", "orcik" yapılarak kullanılıyor.

"Şaraplık" olarak kullanılan kısmı önce bir Amerikan şirketinin satın aldığı, cumhuriyetin ilk dönemlerinde kurulan eski adıyla Tekel Şarap Fabrikası sonradan "Mey" isimli bir şirketçe satın alınan ve taşınmazları, tesisleri ile bugün bile verimli bir biçimde çalışan bir sistemi olan fabrikasına, geri kalan büyük oran üzüm ise ülkemizdeki özel şirketlere satılmakta.

Ülkemiz, dünyanın beş büyük bağcılık ülkesinden biri. Yüzbinlerce hektar bağ alanı var. Tanınmış tarih profesörü Halil İnalcık’ın araştırmalarından okuduğumuza göre 16. yüzyıla dek Osmanlı İmparatorluğu’nda tam verimlilikle süren bu ticaretten bugün hiç gelir elde edemiyoruz.

Geçmişte, bölgede yaşayan hem Müslüman hem de Hristiyan azınlık çiftçiler bağ ve üzüm konusunda kendilerini çok geliştirmişler.

Sözgelimi, Mıgırdiç Margosyan, Hamasdeg gibi bölgemizde yaşamış Hristiyan yazarların, Türkçeye aktarılan öyküleri, tıpkı Ege'nin Rumları gibi, buralardaki Hristiyan halkın evlerinde şarap küplerinin doğal bir parça olduğunu, ayrıca her "bağbozumu" mevsiminin "üzüm bayramı" olarak büyük bir bayram gibi kutlandığını ortaya koyuyor.

Tarih boyunca bağcılık ve şarap üretimi Anadolu’da yaygındı. Keykavus'un yazdığı "Kabusname"nin şarapla ilgili bölümü, bunun kanıtlarından.

Elazığ’da "divan" ezgisiyle okunan "Harputlu Rıfat Dede"nin gazeli de bunu gösteriyor:

“Ben şehîd-i bâdeyem dostlar demim yâd eyleyin

Türbemi meyhâne enkâzıyla bünyâd eyleyin

Gasl olunmaz mâ ile gerçi şehîdân-ı vegâ

Yıkayın meyle beni bir mezheb îcâd eyleyin

Türbeme kandîl içün bir köhne sâgar vakf edin

Şu’le-i nâr-ı arakla rûhumu şâd eyleyin

Türbedâr olsun bana bir rind-i mey-hâr-ı garîb

Nezr-i ser-hoşân ile ol pîre imdâd eyleyin

Neyle meyle bir alay mahbûb ile her dem gelin

Bezm-i Cem âyînini kabrimde mu’tâd eyleyin

Her gelen mestân u rindân ise gelsin türbeme

Gelmesin sûfî vü zâhid tard u ib’âd eyleyin

Mest eder bûy-ı türâb-ı meşhedim bu âleme

Bâde-nûşânı bu nev-neşveyle irşâd eyleyin

Yâdigâr olsun bu nazmım evliyâ-yı sâgara

Gitdi Rif’at perr açıp ardınca feryâd eyleyin”

“Harput Yollarında" adlı yapıtında, "İshak Sunguroğlu" Harput'u kuşatan bağların yanı sıra 60.000 dönümü bulan ve ova bağları adıyla anılan bağların, tıpkı Harput gibi yüzyıl başında yok olup gitmesini üzüntüyle anlatır. Yine üretim yılları yazılmış kırk-elli büyük küpten oluşan şarap yapımevlerinden söz eder.

Harput'taki Fransız okullarının yönetici ve öğretmenleri, bölge şaraplarından dolayı Bordeaux şaraplarına hiç özlem çekmediklerini yazarlar.

Geçen hafta Mert Turan’ın attığı haberi okuduğumda içimin burkulduğunu duyumsadım. Çünkü Elâzığ Şarap Fabrikasını satın alan son sahibi Mey şirketi, Elazığ’dan çekilme kararı almış.

Şirketin açıklamasında, Elazığ’daki şarap üretim tesislerinde depremden sonra yapılan denetim ve risk analizinde bazı bölümlerde üretime devam edilmesinin sakıncalı olduğunun ortaya çıktığı belirtilerek, fabrikadaki üretimin şirketin Tekirdağ Şarköy’deki fabrikasına yeni bir yatırımla taşınmasına karar verildiği yazıyor.  

 Açıklamada, Elâzığ bağlarında üretimin devam edeceği, üzümlerin Elazığ’dan alımının her zaman olduğu gibi süreceği, yalnızca Elazığ’dan Şarköy’e taşınacak olan üzümlerin Şarköy’de işlenip burada ürüne dönüştürüleceğini belirten yetkililer yine de kafalarda oluşan kuşkuları gideremedi

Bizde toplum öyle bir hale getirildi ki bu olumsuz habere bile ne yazık ki dinsel çerçevede bakıp sevinenler olacağını öngörebiliyorum.  


Elâzığ; büyük kültürünün, derin tarihinin, engin geçmişinin hakkını veremiyor, hak ettiği değeri göremiyor, Elazığlı kuru bir hamasetle din ve milliyetçilik duyguları okşanarak oyalanıyor. 


Kentin kan yitimi sürerken buna dur denilmesinin zamanı geldi de geçiyor bile... Bunu sağlayacak olanlar da sorgulama yeteneğini koruyan, Elâzığ için kafa yoran aydınlarımızdır. Yoksa aydınlarımız da sessiz kaldıkça şehrin daha da kabuğuna çekileceği, her geçen gün daha da tükeneceği ortadadır.