Bilim insanlarına göre, insanoğlu bir milyon yıldır dünyada. Yazı yazmak ise altı bin yıldır varmış.

Tarım, hayvancılık da öyle sandığımız gibi çok uzun geçmişe sahip değil.

Bilimsel düşünce ise üç yüz- dört yüz yaşında. Bilim ve tekniğin ileri derecede gelişmesi ise çok çok elli-yüz, internet ise otuz yıllık bir hikâye... 

Her yağmurun olay olduğu, her yağan karın âfete dönüştüğü, her kentin inşaat mezarlığına döndürüldüğü, ayda en az 3-5 felaketin, büyük kazanın yaşandığı, her olayın dış güçlere bağlandığı; sanatın, kültürel etkinliğin yalnızca mevlit okutmak sanıldığı; yaşadığımız her olay-sorunda çözüm yerine, dış güçlere, teröre, felakete beddua ve sövmeyi yeterli saydığımız, televizyonlarda saçma senaryolu tarihsel diziler, saçma haberlerle insanların palavra bir tarihle uyutulduğu günlerdeyiz.

Çevre ve ağaç katliamları, tecavüzler, hayvanlara, kadına, insana şiddet, hırsızlık, dolandırıcılık, çocukları, kadınları bile öldürecek derecede gözü dönmüşlük, çevremizdeki karışıklıklar, savaşlar, ekonomik sorunlar, adam kayırma, toplumsal ayrışma, akla düşmanlık, hoşgörüsüzlük artarak sürüyor.

Televizyonlarımız tümüyle halkı tutsak etmek, uyuşturmak, hipnozla görevli propaganda görevi üstlenmiş olduklarından, biz de gerçekliklerin ayırdında değiliz.

En sıradan ve liyakatsiz insanlar ülkede her alanda her işte söz sahibi... 

Tanınmış oyuncu Uğur Yücel gazetenin biriyle söyleşi yaparken, “Her alanda vasatlık egemen, hayat, zarafetini yitirdi" demiş. Katılmamak elde mi? 

Bu denli milletvekili içinde kaç tane dil ya da diller bilen, akademik eğitim almış, tiyatrodan, sanattan, kültürden anlayan var?

İçlerinden kaç tanesi William Faulkner’ı, Jack London’u duymuştur? Örneğin, bizim Elazığ vekilleri Hamasdeğ’i, Şemsettin Ünlü’yü, Adnan Binyazar'ı, Orhan Kemal’i bilirler mi? 

İçlerinden kaçı Adnan Yücel'den, Turgut Uyar'dan, Enver Gökçe'den, Cemal Süreya'dan ya da kendi mahallelerinden Cahit Zarifoğlu'ndan ezbere bir dize okuyabilir? 

Her yan cemaat, tarikat, şeyh, hoca; ne iş yaptığı bilinmez kerameti kendinden menkul sivil toplum örgütü dolu… 

Çevremiz, televizyonlar, gazeteler, radyolar, twitter, facebook her yan, sıradan kaba bir milliyetçilik, sözde bir dindarlık savı, her yerde bıktıran bir hamaset....

Irak tümüyle işgal edildiği gün bile "ABD'yi yıktık, yendik, yok ettik..." gibi palavra nutuklar atan Irak Enformasyon Bakanı Muhammed Said El Sahaf ile yarışan siyasal kişilikler... 

Elde avuçta kalan ne döviz, ne altın...

Her yer beton...

Yüz milyarlarca dolar dış borç...

Dışa bağımlı bir ekonomi...

Eğitim sisteminin acınacak durumu...

Köylere bile kurulan üniversitelere karşın ilkokul-ortaokul çapında eğitim...

Akademik kadrolar, tarafsız kurumlar siyasetin oyuncağı…

Hukuk sistemine güvenen bir kişi bile var mıdır, kalmış mıdır bilmem...

Dünyada eşi benzeri olmayacak derecede trollük-algı satıcılığı yapan gazeteler, kanallar...

Televizyonlarda komik ve uçuk sözler söylemeyi bir halt sanan yüzlerce gazeteci, hukukçu siyasetçi ve akademisyen...

Uygarlık için "inanma" isteğinin "öğrenme" isteğini baskılamaması zorunludur.

Ülke insanının çoğunluğu bağımsız kalmak, özgür iradesine sahip çıkmak yerine; sporda, siyasette, dinde, kültürde, toplumsal yaşamda hep birilerine bağlı görünmeye, bağımlı olmaya, birilerinin peşinde koşmaya eğilim duyuyor.

Siyaset de, ayrımcı bir yol bularak, seçmeninin safını sıklaştırmak, sürekli uyardığı ve diri tuttuğu -ötekilere karşı-nefretin haklı bir öfke olduğuna ve ülkenin, milletin yararı için bunun koşul olduğuna inandırmak yolunu seçmiş ve ne yazık ki başarılı da olunuyor... 

Artık insanımız, gündelik yaşamını bile yürütemeyecek biçimde siyasetin propagandasına uğramış, ağına düşmüş... 

Bernard Shaw, demokrasiye, "yozlaşmış azınlık tarafından atanmanın, beceriksiz çoğunluk tarafından seçilmesi ile yer değiştirmesidir" diyor. 

Çıkarcı, ilkesiz, iki yüzlü tutumun cezalandırılmadığı; haksız ve haddini bilmeyenlerin hep bağırdığı ve haklı çıkıp üstünlüklerini ilan ettikleri; düşünen, sorgulayan insanın hor görüldüğü bir anlayıştan ne çıkar ki? 

Einstein, Newton bile söylediklerinin son söz olduğunu ileri sürmemişlerken bizim siyaset adamları sözlerini, savlarını, varlıklarını ölümsüz görüyorlar...

Aslında Mars'a, Venüs'e nasıl gidileceğini konuşacağımız, barış, hoşgörü ve birlik içinde insan gibi yaşayacağımız yerde bugün, iki yüzyıldır bocaladığımız şeyler üzerinde tartışıp duruyoruz...

Erasmus'un 1509 yılında yazdığı ve Thomas More’a adadığı, zamanında çok eleştirilmiş "Deliliğe Övgü" kitabı var. Gel de mübareği rahmetle anma. 

Bertrand Russell da Erasmus’tan ve yapıtından söz ederken “en mutlu kişiler akılla bağlarını koparanlardır.” der. 

Uzun uzun çözümlemelere, sözü uzatmaya gerek yok.

Yazımı yine Bernard Shaw ile bitireyim:

"Giyotine gönderilen bir adamın yerine yenisini koymak gereksizdir ama giyotine gönderilen bir toplumsal sistemin yerine yenisini koymak gerekir."

Sağlıcakla kalın...