Erdemli insan olmayı hayatımızın temel felsefesi haline niye getirmeyiz? 

Değişim derken hiç kimse kendi hatalarını veya yanlışlarını görmez. 

Ve herkes her ne âlemse kendisini mükemmel görür. 

Kusur veya kabahatleri kendi dışında arar. 

Bir söz vardır; "sizler kendinizi düzeltmedikçe..." Bir şeylerin düzeleceğini beklemek beyhudedir. 

Allah Resulü, "Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" buyuruyorlar. Bu ahlak, Kur'an ahlakıdır.

Hz. Ebubekir'de, "sadakat" Hz. Ömer'de, "adalet" Hz. Osman'da, "iffet" Hz. Ali'de, "ilim" cihetiyle âleme ışık tutmuşlardır. Bu ışık, bizlerin de hayatını kuşatmalıdır. 

Bizler elbette ki güzel ahlakı; sadakatle, samimiyet ve dürüstlükle, hak, hukuk ve adaletle, iffetle, ilim ve hikmetle birlikte düşüneceğiz.

Böyle bir düşünce insanda; İzzet ve manevi ikram kapılarını açar. 

Böyle bir düşünce, insanda şefkati, merhameti ihlas iklimi ile birlikte geliştirir. 

O sebepledir ki, gönül insanı olmak bizim şu fani hayatta ideal çizgimizdir. 

Asrımızda ve hele bir İslâm diyarında şiddet ve gerilim sürekli bizleri rahatsız ediyorsa; sebepleri üzerinde sürekli istişare edelim. Öncelikle de, dertlenelim! Tabir yerinde ise uykularımızı kaçıralım!

Birlikte, derdimize deva arayalım. Günümüz Türkiye’sinde, bizim en büyük eksikliğimiz, 'kâmil insan' eksikliğidir. Günümüzde, asrın Yunusların niye yetiştiremiyoruz. Hacı Bayram Veli, Şeyh Edebalileri, Emir Sultanları... Kendi içimizden, bağrımızdan niye çıkaramıyoruz? 

Günümüz insanı, akıl satıyor?

Asıl marifet nedir derseniz, aklıselim bir zihniyetin maddi ve manevi titreşimiyle toplumda bir vecd halinin doğuşudur.

Her birimiz yerine göre bir çoban olduğuna göre sorumluyuz... 

Kimseler sorumluluktan kaçamaz! 

Hiç kimse, masum rolüde oynayamaz! "Komşusu aç iken tok yatan benden değildir" hadisini hayatın bütününe teşmil edelim. 

“Erdemli İnsan…” şiirimizde şöyle sesleniyoruz;

“Erdemli insanla, dolunay vakti!

Nerede kaldı, ihlasla akti

İsraf ettik, sermayeden tükettik

Kalmadı özünde, manevi nakti

Ne ettiysek hep kendimize ettik

Mum kimin eridi, liyakat, ehliyet…

Yok, artık, zevk sahibi insaniyet!”

Her Cuma namazında, hutbede, Nahl Suresinin 90.ncı ayeti okunur;

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğür veriyor.”

Günümüzde en fazla şahit olduğumuz kavramalar…

Sözün ötesinde, ‘ihlas…’ isteriz. 

İçi, dışı bir akıl ve yürek isteriz. 

Hamiyetli ve haysiyetli bir duruş isteriz. 

İnsanımızda, ‘yüzü kızaran bir mahcubiyet…’ isteriz.  

Hicap nedir bilir misiniz?

Bizim medeniyetimizin asıl zırhıdır, dersem yeridir efendim!

Edep Yahu, diyeceksiniz… “Utanmayı, sıkılmayı…” bileceksiniz!

“Şu canı, bedende konuk biliriz. Her anı biçilmez, kıymet biliriz. Dört yanı bir ufuk, âlem biliriz…” Bildiklerimiz bizlere ders olmalıdır…

Eski ile Yenidünyayı anlatırken şöyle bir kıyaslama getiririz;

“Eski dünya, çocukluğum, gençliğim,

Doğanın ahenginde, ritminde yürür

Zevkinde, estetiğinde dinçliğim

Gönle düşen resminde sevda yürür

Eski dünya daha samimi, sade;

Asude bir bahar misali yürür

Gözlerde, dost bakışlarda derinlik,

Engin ufuklara serinlik yürür

Yeni Dünya, ezberlerini bozdu

Zamana, ihtiyar sükûtum yürür…”

Israrla, ‘erdemli insan’ diyoruz. 

Sadakat, Adil yüzler, doğru kantar, hayır ve ihlas, iyilikler zincirinde, insaf ile birlikte saf tutmak…

Kendi içimizde, ‘seferber olacağız’ 

Birlik ve beraberlik şuurundan mutlaka, ‘haberdar olacağız’

Heveslerimizin tuzağında değil, 

Vakıf insan olmanın verdiği nimetin azığında olacağız!

Selam ve muhabbetle...