Hayal kurmak herkesin hakkıdır. Ben de bu hakkımı Diyarbakır üzerine kullanmak istiyorum. Siz buna başka bir şey diyebilirsiniz: mefkûre, ülkü, ideal… Ne derseniz deyin, benim Diyarbakır üzerine bir hayalim var. Hayalimi süsleyen yolların kesiştiği yerde Diyarbakır vardır. Neredeyse bütün yolların kesiştiği kadim bir kültürün yükünü sırtında taşıyan bu şehirde, geriye yalnızca surların kaldığını da biliyorum. Surlar ayaklanır mı bilmem; ama hayalimde, yenilenmiş duvarlarının üzerindeki burçlarda dalgalanan şanlı bayraklarla ufukları gözleyen Alperenler belirir.

Ufukları gözleyen sadece burçlardaki Alperenler mi? Hayal bu, sınır olmayacağına göre ben de onlarla aynı ufukları gözlüyorum. Hem de Sultan Alparslan, Melikşah, Yavuz Sultan Selim, IV. Murat ve nihayet Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte. IV. Murat, Bağdat Seferi’ne giderken surların üzerine çıkıp Musul, Kerkük ve Bağdat’ı gözetlemiş midir? Bekir Subaşı’nın kendisine ihanetini affetmeyerek yıllardır elinden alınan Bağdat’ı almak için kim bilir neler düşünmüştür? Bekir Subaşı, ibretlik bir vaka olarak tarih sayfasında yer alırken, yıllardır Safevi hâkimiyetinde olan Bağdat’ı IV. Murat’ın destansı kahramanlığıyla geri alması, tarihe bir mühür gibi kazınmıştır. Sultan Murat hayal ettiğine mi kavuştu ya da surların sırlarına vakıf mı oldu bilinmez; ama Diyarbakır’ın Türk dünyasının olmazsa olmazı olduğu daha o yıllarda alenileşmiştir.

Anadolu’nun nefesi, Türk’ün nefesidir. Süleyman Şah Türbesi az ötede, yani Caber Kalesi’nde… Hangi hoyrat el, onu oradan kopardı? Diyarbakır’dan çok uzak olmayan bu toprakların gözü kulağı da Anadolu’dur. Yani Diyarbakır’dır ya da Harput’tur. Siz nasıl hayal ederseniz edin. Hoyrat el bitmez; bitmediği gibi görünmüyor da. Âgâh olmayan göremiyor. Ufuklar kapalı. Dahası, hayaller kapalı.

Surların sakladığı sırlar arasında hayaller de var mıdır? Kim bilebilir? Ancak Sur’un mahallelerini birer birer dolaştığımızda, mazinin seslerini can kulağıyla dinlerken duyduğumuz sesler, kendi öz seslerimizdir. Şimdilerde kaç mahalle var? Üzerine türkü yakılan Melikahmet Mahallesi'nin sokaklarında kimler dolaşıyor? Mardin Kapı, hayata ve onu bahşedene gönlümüzün kapısı gibi açılıyor mu? Mardin’i ayrı bir yer olarak düşünmeyin sakın; Mardin Kapısı'ndan itibaren, bir kuş uçuşu kadar yakın.

Hüsrev Paşa, Boşnak asıllı bir Osmanlı devlet adamıdır. IV. Murat, genç yaşta Hüsrev Paşa’yı sadrazam yaparak, sarayda yaşanan entrikalardan kurtulmaya başladığını göstermiştir. Diyarbakır yolunda iken, Hüsrev Paşa sadrazam olarak atanmış ve geri döndürülmüştür. O zamanın şartları mıdır, yoksa Hüsrev Paşa’nın şahsi hırsları mı? Bilinmez. Ancak, zamanında Safevi rekabeti sebebiyle ona hoş olmayan hatıralar atfedilmektedir.

Bir diğer önemli figür ise, Osmanlı’nın ilk Diyarbakır Beylerbeyi olarak bilinen ve "Deli Hüsrev" adıyla tanınan kişidir. Bu Hüsrev Paşa, Mardin Kapı yakınlarında bir cami yaptırmıştır. İki Hüsrev Paşa’yı karıştıranlar vardır: Deli Hüsrev Paşa ile IV. Murat’ın sadrazamı Hüsrev Paşa arasında 200 yıl kadar bir zaman vardır. Birbirlerini hayal ettiler mi? Surlara ya da icraatlarına şahit olan yapılara sormak lazım.

Evliya Çelebi, pek çok yeri gezdiği seyahatinde bu camiye de uğramış ve burada kalabalık bir cemaat olduğunu anlatmıştır. Medresesinde ders görenler ise hayal ötesidir. Kim bilir, hangi âlimler oradan ders alarak Fatih Medresesi'ne gitmeye hak kazanmıştır.

Her sokağın iniltisi, tınısı, fısıltısı… Eskiden kağnı arabalarının, daha sonra at arabalarının nal sesleriyle karışırdı. Sokaktan kimin geçtiğini herkes bilebilirdi. Sokakta döşeli Arnavut kaldırımlı taşları kim ne zaman döşediyse, hâlâ kullanılıyor olması mazinin daha uzun bir yola çıkacağının işaretidir.

İskender Paşa Camii, adını mahallesine vermiştir. Türk’ün büyük dehası Mimar Sinan’ın eseri olduğu hakkında zayıf kayıtlar varsa da, onun zamanında yapılmış olması ve eserlerine benzerliği, bu zayıf işaretleri kuvvetlendiriyor. Mimar Sinan, gittiği her toprağa imzasını yaptığı eserlerle atmıştır. Şimdi cami, hâlâ ayakta ve cemaati ile hayatını devam ettiriyor.

Sur içindeki eserleri saymakla bitirebilir miyiz? Taştan, çamurdan ve dahası kerpiçten damların binlerce yıllık mazisi içinde görünenlerin varlığı sadece deryada bir damladır.

Hayatın karanlık, tekdüze, dünyaya kapalı olduğu düşüncesi, bu sokakların harcında yoktur. Arnavut kaldırımlı sokakların etrafında, avluya bakan onlarca pencerenin dışardakilerden habersiz olduğunu düşünmek; ancak içeride yaşayanları dinleyince ya da yazdıklarını okuyunca bu düşüncenin yanlışlığı daha iyi anlaşılmaktadır.

Şimdi, tarihi mirası sadece binalarda görmektense, geçmişiyle barışık ve geleceğe umutla bakan bir toplum, ayakta kalabilir. Kendini savunabilir. Süleyman Nazif şiirlerini okuma yarışması ya da babası Sait Paşa’nın Osmanlı’nın son zamanlarında yazdığı, en parlak Türkçe şiirlerini anlama yarışması neler kazandırır, düşünemiyorum bile.

Biliyorum, benimkisi bir hayaldir. Ziya Gökalp’i düşünceleri, fikirleri ve şiirleri ile üniversitenin özel ilgisi içinde anlaşılmasını sağlayan bir çabanın içinde görmeyi hayal ediyorum. Tek başına Ziya Gökalp, bütün fikri dertlerimizin çaresi olarak önümüzde duruyor. Turan yolunun başlangıcı Diyarbakır’dır. Turan’a giden yolu, Ziya Gökalp göstermiştir.

İşte bu yüzden hayalimdeki Diyarbakır, sadece geçmişin izlerini yaşatan değil, aynı zamanda geleceğin ışığını yakan bir şehir. Surlarının etrafında modern kütüphaneler, tiyatro salonları, bilim merkezleri yükseliyor. Gençler, bu kadim toprakların tarihini öğrenirken, yarının bilim insanları, sanatçıları ve liderleri olma yolunda ilerliyor. Her sokakta bir hikâye, her meydanda bir şairin ya da bir bilgenin sesi yankılanıyor.

Anadolu’daki en eski Türk yurdu Diyarbakır Turan’a giden yolun başıdır. Diyarbakır’dan batıya ta Balkanlara kadar giden bütün kavşaklar, ırmaklar, dağlar Türk boylarıyla yeniden canlanacaktır. Doğuya giden yolların üzerindeki geçitlerin kapıları ardına kadar açılacaktır. Her yıl Diyarbakır’da toplanacak olan bütün Türk boylarının toplandığı TURAN KURULTAYI yeniden kadim medeniyetimizin şahlanışına vesile olacağından asla şüphemiz olmasın.

Hayalimdeki Diyarbakır, tarihsel geçmişiyle gurur duyan, ancak geleceğe umutla bakan bir şehir olarak şekillenmiştir. Birlik, dayanışma, bilim ve kültür şehri sadece geçmişin anılarıyla değil, aynı zamanda geleceğin vizyonuyla da donatır. Diyarbakır, geçmişten ilham alırken modern dünyanın ihtiyaçlarına da cevap verir. Bu şehirde insanlar huzur içinde yaşar, tarihin izlerini bugüne taşıyarak yarının umutlarını da inşa ederken Türk kültür tarihinin yeniden merkezi olacaktır.