Kameralı cep telefonu olan herkes gazeteci…

Sosyal medya sayesinde herkes istediğini, istediği sosyal medya hesabında söyleme veya gördüklerini takipçileriyle paylaşma hürriyetine sahip. Bu nedenle, bazen gazete veya televizyonlardan önce alıyoruz haberleri.

Facebook’tan bir paylaşım geliyor… ‘’Sallandık!’’

Ne oldu acaba? Elazığspor mu yenildi? Paylaşımı yapan kişi hastalık mı geçirdi? Yoksa parkta salıncağa mı bindi?

Meğerse deprem olmuş.

Gazeteciyiz tamam da bari haberi doğru verelim.

Oysa paylaşımı yapan en azında ‘’Sallandık’’ yerine ‘’Deprem!’’ yazsaydı paylaşımında, en azından bir yerlerde deprem olduğunu anlar, açar interneti, Kandilli Rasathanesi’nin resmi sayfasına bakar ve nerde deprem olmuş, ölçeğine kadar öğrenirdik.

Twitter’da yazıyor... ‘’Allah Belanızı Versin!’’

Kimin? Benim mi? Arkadaşının mı? Belediye Başkanının mı? Komşunun mu? Say say bitmez. Ucu açık. Yav arkadaş vaz geçtik 5N1K’dan, bari sadece 1K’nın kim olduğunu yaz. Yaz ki kimse üzerine alınmasın.

Sosyal medya kullanıcısının çıkıp saygı ve kurallar sınırları çerçevesinde isim vererek eleştiri yapma hakkı vardır. Gazetede yazamıyorsa, televizyonda konuşamıyorsa, içini bir şekilde döksün. Buna bir sözüm yok. Ama bunu hakarete vardırıp, kişilik haklarına saldırı boyutuna taşırsa sonu düelloya dönüşür ki, işte bu aşamadan sonrası karakolda biter.

Bazen gazetelerin yazamadığı haberleri yazarak muhatabını direk haberdar eder sosyal medya kullanıcısı…  

Sosyal medya hesabından Belediye Başkanını etiketleyerek, ‘’Abdullahpaşa Mahallesi’nde Çöpler Alınmıyor!’’ paylaşımı yaparak hem belediye başkanına direkt ulaşır hem Abdullahpaşa sakinlerinin düşüncesine tercüman olur, hem Belediye Başkanını takip eden herkesin görmesini sağlar, hem de konu hakkında düşüncesi olanların yorum yapmalarına aracı olur.  (Abdullahpaşa mahallesinin çöp sıkıntısı var mı yok mu bilmem. Bu sadece rastgele bir örnek. Kimsenin bir yere çekmesine gerek yok)

Bir de kişisel haber paylaşımı vardır ki en çok da bunu seviyorum…

‘’Dedem Rahmetli Oldu. Cenazesi Bugün İkindi Namazına Müteakip İzzetpaşa Camisi’nden Kılınıp Asri Mezarlığına Defnedilecektir. Taziye Yeri Bahçelievler Camisi…’’ Buraya kadar gayet normal ve gerekli. Bu sayede kolay kolay duyamayacağımız cenaze haberini alıp, son görevimizi yapma imkânı buluruz. Ama bunu her önüne gelen, özellikle de alakasız kişiler paylaşınca, bilgi kalabalığından başka bir şey olmuyor.

Bir de sosyal medyayı yaşam biçimi haline getirmiş insanlar var. Yaşadığı her anı insanlara duyurmaya çalışırlar. Yazıdan çok, videolar resimler paylaşarak dikkatleri üzerine çekerler.

Herkesin paylaşım yapmaya hakkı var. Mesela birçok insan Elazığspor’umuzun maç sonucunu Sosyal medya sayesinde öğrenir. Elazığspor maçını tribünde izleyen birisinin maç hakkında fikirlerini paylaşması gayet doğaldır. Hatta bunu cep telefonu kamerasıyla çektiği resimle süslemesi çok daha güzel olur.

Ancak izlemediği bir maçın sonucunu, bir başka paylaşımda görüp paylaşmak ne kadar doğru? Takdir okuyuculara bırakıyorum. Çünkü başkalarını paylaştığını, senin de paylaşman takipçilerinin aynı şeyi defalarca okumak zorunda kalmasına sebep olur.

Kendi sosyal medya hesabı olduğu halde, istediğini paylaştığı halde İnternet yayını yapan kanallar dahil, Televizyon ekranlarında görünmek her zaman caziptir. Kameranın döndüğü, mikrofonun uzatıldığı vatandaşın yüz ifadesi her zaman dikkatimi çekmiştir. Muhabir soruyor; Ekonomi nasıl? Vatandaş cevap verir.  “Gayet güzel. Allah devletimize zeval vermesin.” Bir başka vatandaşın cevabı “Öldük bittik.” İki vatandaşın verdiği cevap yüz seksen derece farklı. Ama yüz ifadeleri ikisinin de aynı. İkisi de kameranın büyüsü sayesinde gülerek konuşuyor. Oysa memnun olmayanın yüz ifadesinin farklı olması gerekmiyor mu?

Muhabir soruyor; Trafik kazasını gördünüz mü? “Evet gördüm. Kırmızı araba yandan gelip beyaz arabaya vurdu. Beyaz arabadaki sürücü gözümün önünde öldü. Arka koltuktaki kadının parmakları koptu, hastaneye kaldırdılar.” Bunları az önce filmde izlemiş gibi gülerek söylüyor. Bence bu psikolojiyi uzmanların araştırması lazım. Biz neden ağlanacak halimize gülüyoruz? Yoksa biz deli miyiz?