Biz yaştakilerin eski bayramları hasretle andıklarını biliyorum. Bendenizde öyleyimdir. Yaşımız ilerledikçe eskiye hasret artarak devam ediyor. Bizden büyüklerin nerede eski bayramlar dediklerini çok hatırlamıyorum. Ama onlarında mutlaka hasretini çektikleri geçmiş hatıraları olmuştur. Bizden öncekilerin özlemini çektikleri kendi zamanlarında yaşadıkları ile bizim hasretini çektiklerimiz arasında benzerlik var mıydı? Bilemiyorum ancak aynı olmadıklarından da eminim. Şimdi olduğu gibi.
Kurban kesim yerleri diye bir şey var mıydı? Herkesin bir bahçesi vardı. Bir çukur açılır oraya kurbandan arta kalanların üzeri toprakla örtülürdü. Görüntü ve çevre kirliliği nedir bilmezdik. Kurban kesilirken bütün aile hazırlıklı herkes yapacağı işi hakkıyla yerine getirirdi. Hayat şartları değişti. Belki bir dakika bile sürmeyen işlemle kurban kesimini hemencecik bitiriyorsunuz. Uzay çağı dedikleri bu olsa gerektir. İnternet ortamından hiç kimseyle konuşmadan para yatırıyorsun. Bayramın hangi günü hangi saatinde isterseniz kurbanınız işlenmiş bir şekilde evinize kadar geliyor. Ne kurbanı ne ortaklarınızı tanıyorsunuz. Biz böyle değildik.Kurban önceden eve gelir küçük baş ise onunla oyunlar oynarsüslerdik. Kurban edilince de çocuk yaşta ağladığımız olurdu. Şehirleşmenin sonuçları arasında eski hayatını şehirde yaşamak isteyenlerin sebep oldukları düzensizlik zecri tedbirlerin alınmasına sebep olmuştur. Kocaman şehirlerdevasıfsız insanlarının sebebiyet verdikleri göze hoş gelmeyen insana, tabiata, ibadete ve ahlaka sığmayan görüntüler ortaya çıkmaktadır.
Telaş içinde gerçekleşen kurban ibadetinden huşu alınmasına vesile olan hallerden yaşayanların sayısı gittikçe azalmaya başladı. Hac farizasını yerine getirenlerde kurban edecekleri hayvanı görebiliyorlar mı? Vekalet müessesi orada da çalışıyor mu?
Büyük şehirlerin karmaşasına bir de kurban satılık yerlerini gezmeye gidenlerin telaşı eklendi. Beyâzid Meydanının arife günü gelen kurbanlıklarla dolu olduğu zamanları düşünelim. Yaylı körüklü tek atlı veya çift atlı arabalarla gelen beylerin hanımların kurbanlıklarını alırken neler konuştuklarını tahmin edebiliyoruz. O devirden kalma hatıralardan okuduğum bir hatırayı buraya yazayım. Devrin meşhur hanım şairi tek çekeri ile meydana gelmiş kurbanlık bakıyormuş. Bu arada hanım şaire karşı ilgi duyan çapkın şairlerden biri de O’nu görünce hemen iltifat etmeye başlamış. Hanım şair de bu şairden hiç hoşlanmazmış. Kibarlık olsun diye konuşmuş. Bu arada çapkın şair bu sene kurban almasanız olmaz mı? Sorusuna hanım şair de cevaben niçin almayayım efendim? Deyince çapkın şairimiz de efendim kurban yerine beni alın demiş. Hanım şair hazır cevap biri Olmaz ben boynuzsuz kurban arıyorum.
Kocaman şehirlerin caddelerinde ellerinde bıçaklar ya da sopalarla acemi kasapların ellerinden kurtulan kurbanlıkların peşindekileri atlatarak kendisini kurtarmaya çalışması son zamanlarda kimilerini tebessüm ettiren sıradan görüntüler olmuştur. Acil servislerin önündeki yaralıların hengameleri de başka bir görüntü ortaya çıkarıyor.
Kurban bir ibadet ritüelidir. Huşu ve mehabet ister. Paylaşılınca da bunlar artacaktır. Kesemeyenleri gözetmektir. Kaldıysa! komşuyla başlamak en güzelidir. Eskilerin din, ırk ve sosyal tabaka gözetmeden böyle davrandıklarını hepimiz biliyoruz. Gel de eskiyi hasretle özleme. Artık kabul etmeliyiz özlediğimizle kalacağız. Özlediklerimizle kınanmamayı nimet sayıp yerimize oturacağız. Şimdikiler haklı mı? Bence yanlış bir soru. Çünkü onlar da hayatlarını yaşıyorlar. İnternetten sipariş vererek kurbanlarını kestirecekler hazır bir şekilde evlerinin dolaplarını da girecek. Hiç ilgilenmeyenler de bir hayır kurumu ya da son zamanların moda kuruluşları sivil toplum kuruluşlarına bağışlayarak işin içinden sıyrılıp çıkıyorlar. Kim bilir seneler sonra kurban ile ilgili ritüel nasıl olacak? Şimdiki nesil de bizim gibi kendi zamanını hasretle anacak mıdır?
Son yıllarda artık her dini bayram dokuz gün olmaya başladı. Oldu olacak bir kanun ile bunu sabitlesinler. Bir yıl öncesinden insanlar diyecekler ki bu sene 18 gün bayram tatilidir. Kimse bundan şikâyetçi olmaz. Ulufe bekler gibi her bayram arifesi gibi acaba bayram tatili uzayacak mı?Beklentisi ortadan kalkar. Turizm ile inançlarımızı böylece kanunen birleştirmiş oluruz.
Bizim nesle gelince yaşadıkları her günü kâr saysınlar. Birde bayrama yetişmişlerse kıymetini de bilsinler. Hayattaki bir arkadaşının dostunun akrabasının bayram tebriki telefonu veya mesajı ile hayatını anlamlandırsın. Elini öpenler varsa bahtiyarlar arasındadır. Bayram tebrik kartları zamanımızda zahmetliydi. O zahmete severek katlanıyorduk. Nasıl katlanmasın ki? Senede iki defa haftalar öncesinden bir kâğıdakimlere bayram tebriği yazılacağı listelenirdi. Kartlar alınır kartlara münasip lisanla bayram tebrik yazısı yazılırdı. Çok uzun olmayan bu tebrik yazıları mürekkepli dolma kalem tercih sebebiydi. Şimdilerde yazılan mesajların daha kısa olduğunu görenlerin durup düşünmesi gerekir. Sonra da postanenin yolu tutulurdu. Zarflar açık olurdu. Pul yapıştırılır ve gönderilirdi. Günlerce evde konuşulurdu. Aynı şekilde postacının kucağındaki zarflardan size uzatılanları az bulur gibi gözünüz çantasında kalırdı. Bir dosttan bir haber beklediğinizi postacı da bilirdi. Ne zarf ne kart ne de sizi bütün özelliğinizle tanıyan postacı kaldı. Her şey uçup gitti. Sanki karanlık bir el bütün hasret çekeceklerimizi elimizden almış gibi. Elimizdekileri alıp bizi hasret bırakan bu el kimin eliydi? Bizden aldıklarını nereye sakladı bulsak da alsak.
Yaşayan en büyük hikâyecimiz Şerif Aydemir bir hikâyesinde kendi kendisine mektup yazan bir emekli Paşa’yı anlatmış ya da yazmıştı. Gerçek bir hadise olduğunu ve bu insanı tanıdığını söylemişti bana. Kapısını hiç kimse çalmıyor ya da kimsesi kalmamış yalnız yaşıyormuş. Tesadüfen postacının memleketlisi olduğunu öğrenmişti. Sırf postacı kapısını çalsın diye kendi kendisine mektup yazıyor postacı mektubu getirdiği zaman da onu içeri alarak bırakmıyor memleketi ile ilgili sohbetler yapıyormuş. Böylece bir nebze olsun hasretini dindirmeye çalışırmış.
Şerif Aydemir’i Gogol’a ya da Cengiz Aytmatov’a benzetenler vardır. Ben her ikisini de benzetiyorum. Kendisine sağlık afiyet ve uzun ömürler dilerim. Bana göre bizim neslinhasretlerini zevklerini nefretlerini sevgilerini yanlışlarını doğrularını en iyi yazandır. Kurban yazısı olacaktı ama kaleme dökülen bu düşünceleri yazmasam vicdanıma haksızlık yapmış olacağımı düşündüğüm için bunları da yazdım.
Bayramı bayram gibi yaşamak için hasretini çektiklerimiz ile yenileri birleştirmeye gayret etmekten geçecek gibi duruyor. Eskiyi geri getiremeyeceğiz. Yeniye de gücümüz yetmiyor. Yaşadıkça tadını çıkarmaya bakalım. Kapısını rüzgârdan başka kimselerin açmadığı emekli paşaları da unutmayalım.
Az kalsın unutuyordum. Bayram gazetelerini dört gözle beklerdik. Niçin mi? Bütün gazete yazarları sadece bayram gazetesinde yazarlardı. Karşı mahallenin yazarlarının suya sabuna dokunmayan cümlelerini okuma zahmetine katlanırkenaçıkçası burun kıvırmayı ihmal etmeyenler çoktu. Artık gazete girmeyen evler haline geldik. Gazetelerin pehlivan tefrikaları şimdiki Tv. Dizilerinden daha heyecan verici olduğunu söyleyebilirim. Ya da ben öyle düşünüyorum. Kurban Bayramından nerelere geldik. Bayram gazeteleri yerine bayram radyoları televizyonları olsaydı. Bari bayramda her şey bayram gibi olsaydı.
Gönülleri yakınlaştıracak bayramın huzur ve sağlık vesilesi olmasını niyaz ederim. Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin de gözlerinden öperim. Nice sağlıklı bayramlar temenni ederim. Hoşça bakın zatınıza efendim. 16.06.2024 Nevşehir