Yalvaç beyin Salur boyu iskanını antik Devrin dini merkezlerinden olan Pisidia Antiokheia’da yapması elbette tesadüf değildir. Çağlayarak akan derenin kenarına bugünkü çınarı dikerken dualar mutlaka edilmiştir. Bu duaların içinde şimdi çınarın altında huzur ile sohbeti demleyenlerde mutlaka vardı. Alpler, Alperenlere karışmış gibi duran çınar altındaki muhabbette Yalvaç Bey, ve diğerlerinin nasiplerini aldıkları muhakkaktır. Kim bilir belki de Pisidia Antiokheia’nın kalıntılarının Yalvaç evlerinde, Devlethan camisinin duvarlarında bu sohbetlere iştirak etme imkânları olsaydı neler söylerlerdi. İki eski arkadaş Devlethan cami ile çınar birlikte bir ömrü nelere şahit olarak gördüler. Antik zamanlardan kalan kocaman taşları şehir merkezinde görünce insanın aklına bunlar geliyor.

Türk sakinler önceki sakinlerin yaptıkları mekânlardan mutlaka etkilenmişlerdir. Ancak kendilerine has bir yapı tarzı geliştirdiklerini söylemek doğru olacaktır. Bu yapı tarzı betona daha ne kadar direnecek onu da zaman gösterecek elbette. Antik zamana ait dini ve ladini mekânların kalıntılarını da her yerde kullanmaları onları kendilerine benzetmek istediklerinden olabilir mi?

Çınar bu mirasın dışında tutulmalıdır. Yalvaç beyle çağdaş olan Çınar belki de Yesevi’nin dervişlerinin en büyük mirasıdır. Yalvaçlılar yaz kış demeden bu çınarın etrafında kurulan masalarda sakin sessiz hasbıhal etmektedirler. Masanızda kahvenizi yudumlarken etrafa göz gezdirdiğinizde göreceğiniz ilk şey herkesin birbiri ile içten bir muhabbetin kaynadığına şahit olursunuz. Sessiz konuşmak ve birbirlerinin sözlerini bal ile olsa bile kesmemeyi mutlaka alperenler öğretmişlerdir. Şimdi muhtemelen sohbetlerine ecdatlarını da dahil ettiklerinden olsa gerek yoksa semaverin buharı gibi kaynayan muhabbetin sebebi başka bir şekilde izah edilemez. 

Ali Yüncü tam bir Alperen dersem hiç abartmamış olurum. Nasıl olmasın ki 12 Eylül öncesinin ateş çemberinden geçen nadir ilahiyatçılarındandır. Kendisini her görenin büyük bir ihtiram ile selamlaması kolay bir kazanç değildir. Sabır emek erdem birleşerek Ali Yüncü olarak simasına yansımış. Koca çınarın ve Devlethan camisinin sırdaşı gibi her şeylerini bildiğini size ima ediyor hissine kapılmaktan kendinizi alamazsınız. Bir zamanlar ilçede öğretmenlik yapan Naci Kum ismi ile maruf aynı zamanda amatör arkeolog kurtuluş savaşı yıllarında gönüllü sonra da devlet komiseri olarak görev aldığı kazıları anlatan kitabı “Yalvaç Tarihi ve Coğrafyası” isimli el yazması kıymetli eser yayına hazır hale getirenlerden biri Ali Yüncü’dür. Bu tarihi eser Yalvaç Belediyesi tarafından yayınlandı. Keşke bütün belediyelerimiz böyle kitaplar yayınlasalar. O kadar zaman içinde bu kadar işi yapması ancak bizim gibi acizlerin göremeyeceği yeteneklere mahsustur. Salur aşiretinin reisi gibi her gelenin akıl ve fikir danıştığı Ali Yüncü yüksünmeden geniş bir gönül ile mukabelede bulunması takdiri şayandır. Bu insanların hala var olması en umutsuz durumlarda bile insanda hayata tutunma sevgisi vermektedirler. Muhtemelen bu çeşit insanların varlıkları köklü irfanın mirası olarak kabul etmek gerekir. Çevredeki Türk eserlerine ait bütün kitabeleri çözümleyerek resmî kurumların arşivlerine sokmak herkesin Harcı değildir. Hiçbir icbar olmadan bunu yapmak kimin aklına gelir. Omuzlarında köklü mazinin şerefini taşıdığının farkında olduğu her halinden belli. Ali Yüncü bu mirası devredeceği biri var mı bilmiyorum. Ancak. Bir şeyi herkes biliyor. Bütün bir Yalvaç nasıl bir maziye sahip olduğunu biliyor.

 Eskilerin tabiri ile şeref-ül mekân bi’l mekin sanki Ali Yüncü için söylenmiştir. Ali Yüncü, Yalvaç Bey’i anlatırken atının üzerinde elinde kılıcı ile sağa sola konuşmalar yapan biri olarak hayal edebilirsiniz. Çevresine insani değerleri benimsetmeye davranışları ile ifade etmesi saygınlığını arttırmış ve Yalvaç’ın aksakalı olmayı başarmıştır. Bunu başarmasının nedeni olarak kuvvetli bir Türklük şuurunun varlığından olduğunu söylemek hakkı teslim etmektir. Ali Yüncü demek günümüzün Yalvaç Bey’i demektir.

Naci Kum zor zamanlarda yazdığı bu eserin macerasını anlatmıştır. Batı Anadolu’da hemen her yerden fışkıran antik zamanlara ait kalıntıların Naci Kum’un yazdıkları ile sabittir. Kalıntılardan kalan taşların hala bazı yapılarda mevcut olduğunu rahatlıkla görülebilir. Bazı kitabelerin evlerin duvarlarında da rastlanabilir. Naci Kum bu tespitleri yaparken bu bölgedeki antik zamanlar hakkında büyük bir çığır açmıştır. Muhtemelen arkeologlarımızın Naci Kum’dan haberi vardır.

Batı Anadolu’da antik zamanlardan kalma kalıntıların varlığı hemen her yerde Yalvaç ve çevresindeki antik döneme ait bütün tapınakları, heykelleri, amfitiyatroları mekân ve ölçü vererek ifade etmesi arkeoloji bilimi için büyük bir değer taşıdığı muhakkaktır. Tapınaklardaki kitabeleri günümüz lisanına çevirmesi ve hatta antik devrin dini görevlilerin isimlerini tarihi sıraya koyarak tadat etmesi o devir için müşkülatlı bir iş olduğu kesindir. Belediyelerin bu tür hizmetlerle ilgilenmesi arzuyu şayandır. Benim bütün merakım Çınar idi. Şimdi çınarın altındayım. Daha doğrusu gölgesindeyim. Kendimi Turan illerin başkentinde kurultay için toplanmış beylerin arasına karışmış biri olarak hayal ediyorum. Etrafımda konuşulanlara sadece gözlerimle dinliyorum. Gözleri açık hayal kurabilen var mı? Gözlerimi kapatsam karşımdakilere ayıp olacaktı. Çınarın gölgesi kadar kokusu duruşu dahası azameti karşısında hayal kurmamak mümkün değildi.

Çınara yakışan altında toplananları sağlama almaktır. Geçmişleri ile hasbıhal etmenin erdemine varmalarını sağlamaktır. Çınar altında toplananların kulakları zamanı yaklaştıkça ezanda olduğu vakit geldiğinde yerlerinden topluca kalktıklarında caminin çınar için ne kadar önemli olduğu daha net anlaşılmaktadır. Cami ve çınar Türklük için iki muhteşem varlık. Camisiz çınar olur mu? Harput Kurşunlu cami avlusundaki çınar ile Yalvaç çınarını mukayese ettim durdum. Aralarında yüz yıllarca yaş farkı var. Ancak her birinin dallarını dört bir yana salarak azametli duruşları karşısında Resul Rıza’nın Çınar şiiri beynimde mıh gibi duruyor. Bu yurdun ebedi bekçileri gibi toprağa saldıkları derin kökleri ile semaya uzattıkları yüce boyları azametli mazinin iftiharı olarak gölgesini esirgemeden olduğu gibi duruyorlar. Yesevi dervişlerinin Salur boyu ile Yalvaç’a gelerek kuşaklarının arasına sakladıkları tohumları toprağa ekerken çınarın ebedi bir hatıra olarak kalacağını düşündüler mi? (Devem edecek.)