Her yola çıktığımda gördüklerim karşısında farklı duygular yaşadıklarımı defalarca görsem bile her seferinde hissiyatımı kontrol edemeyenlerdenim. Anadolu’nun uçsuz bucaksız yollarını son yıllarda kısaltanların asıl maksatlarının seyahat edenlerin hiçbir yeri görmeden kısa zamanda menzillerine ulaştırmayı gaye edindiklerine inananlardanım. Dahası sadece benim istediğim yerde duracaksınız diyorlar. Molayı nerede vereceğinize bile karışmışlar. Canımın istediği yerde dururum diyemezsiniz. Zaten bu yollarda durmak ve yavaşlamak da yasaktır. Birilerinin çizdiği sınırlar içinde siz dolanıp durursunuz. Bu yollardan hoşlanmadığımı da ifade edeyim. İmkânım olduğu müddetçe eski yolları tercih ediyorum ama o yollarda da radar tuzakları oldukça fazladır. Radardan da kurtulma şansınız yoktur vesselam. Bu seferki yolum paralı yol değil diyerek heyecan içinde sabah erken yola çıktım. Aksaray’da çorba molası hayali kurmuştum. Nevşehir, Aksaray, Konya yolunun en güzel taraflarından biri Kervansaraylardır. Şimdiki mola yerlerine benzemediklerini biliyoruz. Mola yerlerinde para kazanmanın her türlü yolu deneniyor. Kervansaraylar öyle miydi? Ya kervanlar acaba nasıl hazırlanıyorlardı. İnsan düşünmeden edemiyor. Kaç asır yolcu barındıran kervansarayların içinden 60 sene evvel yol yapanların alkış tufanına brova yaşa var ol nidalarına muhatap olduklarını hep okuduk. O kervansaraylar ki Türk medeniyetinin yegâne sembolüydüler. Bin yıllık ticari ve irfan mabetlerimiz arasındaki bu hanlar ve kervansaraylar ecdadımızın bu topraklara kazdıkları vatan mührünün birer sembolüydüler. Anadolu’nun en doğusundan başlayıp en batısına kadar uzayıp giden adeta ibrişim bir ipe dizilmiş birer yakut gibi durmaktadırlar. Bakımsız ve virane olsalar da kimliğimizin işareti olarak inatla ayakta durmaya devam etmektedirler. Yeni medeniyet inşa etme gayreti eskiyi yıkmak üzerine bina edenlerin bugün yaşasalardı acaba aynı düşünceyi sahip olurlar mıydı? Bu sorunun cevabının ne olduğuna bakmaksızın önümüze bakmamız gerektiğini düşünenlerdenim. Şimdi keşfettiğimiz eski yanlış düşünceleri biz o zaman yaşasaydık yaşa var ol bravo nidalarını atanlardan olmayacağımızı kim garanti edebilir? Bu düşüncelerden sıyrılarak yolumuza bakalım.

Aksaray’dan batıya doğru hareket ettiğinizde Anadolu coğrafyasının nasıl zor ve bazıları için netameli olduğu çok kolay anlaşılır. Yunan işgali sırasında Ankara yakınlarına kadar gelen haçlı destekçilerinin ikmal araçları kamyonların bozkırın ortasında kala kaldıklarını biliyoruz. Dahası büyük hayallerini bozkırın ortasına gömüp arkalarına bakmadan kaçmışlardı. Ecdatları haçlılar da her seferinde zayiatlarını hesap edemeden kaybolup gittiler. Aksaray-Konya arası yolda araç trafiği diğer yollara nazaran daha hafiftir. Sırtını Anadolu’nun görkemli dağı olan Hasan dağına dayayan Aksaray bir yandan kervansarayların sultanı sayılan Sultan Hanı’nı barındırmakla kalmamış aynı zamanda ben bozkırın kilidiyim der gibi durduğu çok net olarak görülebiliyor. Hasan dağı Sultan Hanı dahası Anadolu’nun ulu velilerinden Somuncu Baba ve diğerlerine sahiplik yapmanın şerefini 650 yıllık Ulucami’nin taşları ile ifade ediyor. Ne yazık ki şimdiki binaların arasında somuncu Baba, Sultan Hanı, Ulucami’yi uzaktan görmek imkânsız gibi. Neredeyse Hasan Dağı bile Aksaray’ın içinden sadece bazı yerlerden görülebiliyor. Ufkunuzu kapatan beton yığınlarına hayıflanarak bakmaktan başka çareniz de kalmıyor. Yola çıkarken hayal ettikleriniz ile yolda gördüklerinizi değiştirme şansınız var mı? Bilmiyorum ama bana sanki yola çıktıklarımız ile yolda bulduklarımızı değiştirme gibi kötü bir duyguyu hatırlatıyor. Bereket yola yalnız çıkmıştım yoksa kendimden şüphe edecektim.

Konya denilince aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama benim aklıma ilk gelen Türkiye’nin buğday ambarı olduğudur. Tarım uzmanı değilim bu konuda yeterli bilgiye sahip değilim ama lise yıllarında öğretmenimizin anlattıkları aklımdan hiç çıkmıyor. Coğrafya öğretmenimiz rahmetli Orhan ellerini arkasında bağlamış sıralar arasında dolaşırken “eğer yeterli miktarda sulanırsa Konya Ovası 200 milyon kişiyi besleyebilir” demişti. Gençlik işte o zaman hocamız ile alay geçenler olmuştu. Değişen ne oldu da şimdi Konya ovası dururken dışardan buğday alıyoruz. Üreteceğimiz buğday dışarıdan aldığımızdan daha mı pahalı acaba demekten kendimi alamıyorum. Konyalı işin çözümünü bulmuş gibi görünüyor. Yol boyunca uzayıp giden mısır tarlalarını yer altı suları ile besledikleri anlaşılıyor. Son zamanlarda Konya ile ilgili okuduğumuz haberlerde büyük çaptaki obrukların meydana gelmesi ile halk büyük bir tedirginlik yaşamaktadır. Allah muhafaza ya yerleşim yerlerinde de obruklar meydana gelirse o zaman yer altı sularını kontrolsüz olarak kullanmanın bedeli nasıl ödenir. Kocaman kasabaların köylerin yeraltına birdenbire göçmesi kıyamet gibi değil mi? Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümsüz eseri “Beş Şehir” kısımlarından biri de “Konya” dır. Tanpınar’ın eserini eşsiz kılan Konya mıdır yoksa yazarın anlatımı mıdır? Kararı verme hürriyetini okuyucu bırakmak en doğrusudur. Tanpınar’ın Konya ile ilgili benzetmeleri Bozkır hayatının insanlara sanıldığı kadar zor hayat şartları yaşatmadığı tam tersine aydınlık bir gönül dünyasının sebebi olduğu üzerinde durur. Kimsenin kanaatini değiştirme gibi bir iddiam yoktur. Ancak, Konya’nın bozkır tarafından saklanan gönül hazinesi olduğunu düşünüyorum. Aksaray’dan Konya’ya doğru giderken virajsız rampasız dümdüz yol bazen sürücüyü yorar. İlk defa gidiyorsanız uzaktan sanki kendisini sizden saklayan bir şehir gibi görünür. Yaklaştıkça heyecanınız artar. Nasıl artmasın ki. Kendinizi tennure giymiş devrana girmiş bir Mevlevi dervişi gibi Alaattin tepesinin etrafında dönerken buluyorsunuz. Ne kadar isterseniz o kadar dönün. Mevlâna sanki Alaattin tepesi olmuş sizde etrafında dönüyorsunuz. Başınız dönene kadar dönün. (Devam edecek.)