Sevginin ileri derecesi aşk, aşkın ileri derecesi sevda, sevdanın ileri derecesi ise kara sevdadır.

Sevda ve sevdalanmak sadece maddî sevgiliye değildir. “Türk İslȃm” kültüründe Allah’a, Peygambere sevdalanmak, vatana sevdalanmak, doğduğu beldeye, yere sevdalanmak, büyük sevdalardandır.

‘’Bu şehr-i sıtanbûl ki bî-misl ü behâdır

Bir sengine yek-pâre acem mülkü fedadır,

diyen Nedim’in ve daha birçok şairin, sanatçının sevdasıdır İstanbul.

Edemen terk Füzuli, ser-i kûyun yarın,

Vatanımdır, vatanımdır, vatanımdır vatanım’’

diyen Fuzulȋ için, yarin bulunduğu yer, zulüm yeri de olsa, vatandır ve onun için kıymetlidir.

‘’Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanarım dün-ü günü

Bana seni gerek seni’’

‘’Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver anları

Bana seni gerek seni’’

diyen Yunus’un gün geçtikçe artan sevda ateşi de Allah’adır.

Bülbülün güle sevdası insanın Allah’a olan sevdasıyla ilişkilendirilir. Maddî olarak dünya hayatında kavuşamayacağını bile bile Allah sevgisiyle sevdalanmak, özellikle Türk tasavvufunda önemli yer tutar.

Türk insanı bazen insan dışındaki varlıkları insan gibi görerek onunla dertleşir. Yahut onu aracı kılarak yine insanlara, sevgiliye gönderme yapar.

‘’Serin eser

Yel vurur serin eser

Bulaydım bir sadık yar

Koyaydım serine ser’’

Diyen, Harputlu meçhûl şairin sözünü ettiği yar; başına baş koyacağı, yoluna serinden, başından vaz geçeceği yar. Bugün başlayıp yarın saman alevi gibi sönen sevgiden, aşktan söz etmiyor şair. Bu tip sevgiden şikayet ediyor ve de birbirine başını verecek insanların sevdasına imreniyor.

Allah’ın insanlara bahşettiği en kutsȋ, manevȋ varlıklardandır sevgi, aşk ve sevda.

Türk kültüründe sevdaya dair hikayeler vardır. Bazıları doğu toplumlarında ortak olan bu sevda hikayeleri, Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Emrah ile Selvihan, Ferhat ile Şirin, Asuman ile Zeycan, Tahir ile Zühre gibi hikayelerdir. Ayrıca günümüz aşıklarının da sevda hikayeleri vardır.

Bunlardan biri aşık Feymanȋ’nin hikâyesidir.

Feymanȋ, ȃşıklığa ilk adımını attığı yıllarda (1968), ȃşıklık sanatını öğrenmek için, Adana’nın Kozan ilçesine bağlı Bucak köyünde yaşayan Âşık Hazım DEMİRCİ’ye çırak olur. Ustasının kızı Fatma’ya ȃşık olan Feymanȋ Usta’sından kızını ister. Ustası kızını Feymanȋ’ye verir. Ancak düğün günü Feymani, isim benzerliği sebebiyle tutuklanır ve hapse atılır.

Evlilik gerçekleşmiş ama Feymanȋ “Ahu gözlü yar” inden, sevdalısından ayrı düşmüştür.

Feymani hapse girince babası Fatma’yı alarak onu tanıdıklarının bilmediği bir yere götürüp saklar.

Feymani, 33 gün sonra çıktığı ilk celsede serbest bırakılınca Fatma’yı arar ama ona ulaşamaz.

Sevda ateşiyle yanan Feymanȋ Adana’daki bir arkadaşı vasıtasıyla Fatma’nın yerini öğrenir ve ona yazdığı “Âhu gözlüm tut elimden” diye başlayan şiirini, adresini de ekleyerek, mektupla Fatma’ya gönderir.

Fatma da Feymanȋ’ye bir mektup yazarak kendisini sevdiğini ve beklediğini söyler.

Mektup, Feymani’nin ablasının eline geçince, ablası Fatma’yı bulur ve Mersin’e kaçırarak Feymanȋ ile Fatmayı buluşturur.

Feymanȋ, ablasının evinin kapısını çalar. Kapı açıldığında yıllardır görmediği Ahû gözlü sevgilisini karşısında bulur.

Fatma’nın babasının da rızası alınır ve sevdalılar yeniden nikahlanırlar.

Feymanȋ’nin türküsü şu sözlerle söylenir;

‘’Ahu gözlüm tut elimden

Vaz geçmeden emelimden

Aşkın beni temelinden

Yıkmadan gel yakmadan gel

Derde salmadan başımı

Noksan etmeden işimi

Damla damla gözyaşımı

Dökmeden gel akmadan gel

Göz değmeden yapımıza

Yıkılmadan tapımıza

Kara deve kapımıza

Çökmeden gel, ıhmadan gel

Feymani'yim kaçma benden

Usanmadı gönül senden

Ecel tatlı canı tenden

Çekmeden gel çıkmadan gel’’

Sevgi, Aşk ve Sevda’ya dair yazımız devam edecek.

Esen kalınız…