Efendim, bilindiği üzere “Destur”, izin-müsade, ruhsat ve hatta nezaket anlamına gelir. “Destursuz bağa girmek” deyimi de izin alınmadan herhangi birinin bağına, bahçesine, mülküne girmeyi gösterirse de aslında ‘olgunlaşmadan boyunu aşan işlere girişmek’ kastedilir ki bu da görgüsüzlük, nezaketsizlik ve hadsizliktir.
Bundan önceki üç yazının ilkinde, yazının başlığıyla ilgili olarak, daha önce Orhan Şaik GÖKYAY’ın bir eserinin adı olduğu ve bu eserde Hüseyin Namık Orkun, Muharrem Ergin, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Nihat Sami Banarlı gibi büyük ustaların dil kullanımını eleştirdiğini ifade etmiştim.
İkinci yazıda dil-lisan kullanımından bahisle; kötü söz ve tatlı dil meselesine yer vermiştim.
Üçüncü yazıda ise insan davranışlarından yola çıkıp, görgü kuralları (adab-ı muaşeret kaideleri) ndan bahisle konuyu ‘kendini nimetten sayanlar’a getirmiştim.
Aslında destur almadan; yani yetki, izin, ruhsat almadan herhangi bir işe girişmek, söz söylemek, ahkȃm kesmek tam da yazının başlığıyla ilgilidir.
Bu yazıya da toplumda, ilahi emrin aksine, insanları tahkir ederek kendisini “Tanrı” gibi görenlerden söz ederek başlayalım.
Öncelikle, bulunduğu makam-mevki; sahip olduğunu fizikȋ özellik-güzellik ve sahip olduğu maddȋ güçten mülhem “Alçak dağları ben yarattım” edasıyla ortalıkta dolaşanlar vardır. Bu insanlar her konuda bilgi sahibidir. Güç zehirlenmesiyle her şeye karışır, her konuda fikir yürütür ve hatta hüküm verirler. Yani ‘destursuz bağa girer’ler.
Aslında bunlar zamanı geldiğinde; mesela güç vehmettikleri bazı unvanlar, makam, para ve mal ellerinden gittiğinde aciz duruma düşerler. Sıradan bir bedenden başka şeyleri kalmaz. Bunlar, tahsilleri ne olursa olsun, cehalet ekibinin üyeleridir.
Hakikatte insanların fizikȋ özellikleri, yetenekleri, bilgi ve görgü seviyeleri birbirinden farklıdır. Fıtrȋ olarak da insanlar aynı tipte, aynı yetenekte olmazlar.
Akıl sahipleri; maddȋ ve manevȋ açıdan geldikleri, vardıkları seviye ne olursa olsun kendisinin Hak’k’ın kulu olduğunun şuuruyla önce kȃinatın, sonra da onu yaratan “Mutlak Varlık”ın büyüklüğü yüceliği ve ilmi karşısındaki konumunun-durumunun farkında olarak “Deryada zerre oldukları”nı idrak ederler. Övünmez, gurur ve kibir taşımaz, insanları tahkir etmezler. Tam tersine insanlara empatiyle yaklaşır, onların öncelikle bir can, bir fert oldukları; farklı düşünebilecekleri ve farklı davranacakları gerçeğini benimserler ve de “Destursuz bağa girmezler”.
İnsan olmanın gereği, kişi toplumun bir parçası olarak önce kendini bilmeli, sonra da toplumda katma değer üreten faydalı işler yaüpan biri olarak yer almalıdır. Bunun için de para, pul, şan, şöhret, unvan, gibi putları; inanç sömürücülüğü yapan, cennetten arazi satan sahte tanrıları terketmelidir. Yani birer “abd” olarak sanal “rab”ları terketmeli, tek ilah, tek veli, tek evliya olan “Hak’k’a” yönelmelidir.
Adab-ı Muaşeret
Geçen haftaki yazımızda görgü kuralları anlamına gelen Adab-ı Muaşeret’ten söz etmiştik. Peki nedir bu Adab-ı Muaşeret?
İslȃm Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde “İyi tutum ve davranışlarla bunları kazandıran bilgi için kullanılan edebin çoğulu âdâb ile “barış içinde yaşama, birbiriyle uzlaşma” anlamındaki muâşereden (muâşeret) gelen âdâb-ı muâşeret (âdâbü’l-muâşere) genellikle bireylerin ve toplum kesimlerinin birbirine karşı olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade eder.” Şeklinde bilgiye yer verilmiştir.
Özellikle Osmanlı Türk toplumunda Adab-ı Muaşeret’in, yurt dışına gidecek olanlara, oralarda nasıl davranacaklarına ilişkin davranış kuralları rehberi şeklindeki broşür ve kitaplar, makalelere konu olduğunu görüyoruz.
Bu çalışmalar zaman içinde kendi toplumu için de bazı öneriler sunmaya, şehirli, medenȋ olmanın gereği olarak nasıl davranılması gerektiğine ilişkin kuralları topluma aktarmaya başladılar.
İlk zamanlar dönemin ileri gelenleri, kendi töremiz dışında kalan bu Batı kaynaklı kuralları benimsememiş ve reddetmişlerdir. Ancak, zaman içinde, bu kurallar Türk töresindeki kurallarla birleştirilerek bir terkibe varılmıştır.
Sözünü ettiğimiz bu kurallar aynı zamanda nezaket kurallarıdır.
Yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen bu kuralların ne kadarının toplumu oluşturan fertler tarafından benimsendiğini görmek için hayatın içinde yer almak yeterlidir.
2025 yılının ilimize, ülkemize ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini dilerim.
Sağlıcakla kalınız…