Daha önce yayımladığımız aynı konudaki yazıları tek bir metin olarak yayımlamaya karar verdik. Böylelikle Türkü konusundaki yöre, varyant ve versiyon meselesinin derli toplu ve özet olarak arz edilmesi mümkün oluyor.

“Şu türkü şuranın da, şuraya mal edildi”, “Şu eser aslında falan ile ait de, TRT Repertuvarında filan ilden derlendiği gösterilmiş” denilmek suretiyle; Türkiye’de türkülerin yöresi konusunun hem sıradan müzikseverler, hem de müzikle ilgili sanatçı ve akademisyenler tarafından, halen, tartışılıyor olması bu yazının yazılma sebebidir.

Hangi kişi, kuruluş veya ekip tarafından yapılmış olursa olsun; eski derlemelerin çoğunun bilimsel derleme tekniklerinden yoksun olarak yapıldığı bilinmektedir.

19. yüzyılın sonuyla, 20. yüzyılın başında yapılan derleme çalışmalarında, sahaya çıkan kişi ve ekipler; sınırlı imkȃnlarla nerede ne bulmuşlarsa kayda geçirmişler; eserin kaynağını araştırma gereği ve de zamanı bulamamışlardır. Çoğunlukla derlemenin yeri ve tarihiyle kaynak kişinin adı dışındaki bilgilere de yer verilmemiştir. Zaten derleme sırasında kaynağı tesbit etmek pek mümkün değildir.

Nitekim eski derleme kayıtlarında, bazı kaynak kişiler eserin kendi yöreleri dışında nereye ait olduğunu da söylemektedirler ki bu durum her tespitin o yöreye ait olamayacağının delilidir.

Zaten derlemelerde vilayetlerin esas alınarak her vilayete bir türkü repertuvarı oluşturulması doğru değildir. Çünkü kültürler siyasȋ ve/veya idarȋ sınır tanımaz.

Mesela Kayseri’nin Yahyalı, Develi, Tomarza ilçeleri ile Adana’nın Feke, Saimbeyli, Tufanbeyli ilçelerinin kültürlerini, kesin hatlarla, nasıl ayıracaksınız?

Ülkedeki vilayet sayısı 60’tan 67’ye, 67’den 81’e çıkmış olup; 100’e çıkarma çalışmaları var.  Bu yeni vilayetler yeni kültür bölgeleri olarak mı anılacaktır? Elbette bu mümkün ve doğru değildir.

Peki o vakit yöreyi nasıl belirleyeceğiz?

Yöre ifadesi; sözlükte, ilk olarak “Bir bölgenin belli bir yerini, belli bir çevresini içine alan sınırlı bölümü”, ikinci olarak “Çevreden uzaklara yayılan yerler, dolay” anlamına geliyor. Kültürde yöre ve dolayısıyla Türkü yöresi denildiğinde, günümüzde, vilayetler akla geliyor. Bunun isabetli olmadığını sık sık dile getiriyoruz.

Yöre belirlemesi yaparken coğrafya ve/veya vilayet yerine “Boy, Oymak, Aşiret, Sosyolojik Cemaat, İnanca Dayalı Cemaat” gibi yapıların dikkate alınması gerektiği ve fakat Türkiye’de bu yapıların çeşitli yerlere dağılmış olması sebebiyle sağlıklı bir sınırlama yapmanın zor olduğu ve yöreyi “Kültür Merkezleri”ne göre ifade etmenin uygun olacağını düşünüyoruz.

Kültür merkezi denildiğinde; tarihȋ açıdan önem arz eden ve geniş bir “ardülke”si (Hinterlandı) olan bir şehir merkezi, bir yönetim merkezi, bir ekonomik merkez; bir eğitim ve bir sağlık merkezi kastedilmektedir.

Buna göre Konya, Bursa, Edirne, İstanbul, Harput vs. gibi yerler birer kültür merkezi olarak adlandırılabilir.

Bir kültür merkezinden çevreye doğru kültür unsurlarının yayılması gerçekleşir ki buna “Kültürel Yayılma (Diffusion)” diyoruz. Merkezin kültürü, ister istemez, çevreyi etkilemekte ve geniş bir kültür alanı ortaya çıkmaktadır.

Bu konuda Harput güzel bir örnektir.

1085 yılında Türkleşen bu yörenin hinterlandında Bingöl, Erzincan, Tunceli, Muş, Malatya ve Diyarbakır’ın bir bölümü vardır.

Bir kültür unsurunun, bir eserin tekemmül etmiş olanı, genellikle, o unsurun doğduğu yeri gösterir. Bir su birikintisine taş atıldığında meydana gelen halkaların giderek zayıflaması gibi; kültür unsuru etrafa yayıldıkça bazı kayıplara uğrar.

Harput kültür merkezi veya bölgesinde; Uluğ Türkistan’dan, Horasan’dan taşınan müzik kültürü Harput’ta neşvünema bulmuş ve bu kültür tekkelerde, konaklarda yaşamış ve bu kültür bölgesinden çevreye doğru; şehir merkezlerine ve kır kesimine kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.

Bir ülkede, ahalisi üst kimlik veya üst kültür ile türdeş olsun veya olmasın, yörelere göre kültür farklılıklarını görmek mümkündür. Bazen yan yana iki köyde bile, kültür bakımından, ufak tefek farklılıklar olabilmektedir.  Bu “Dünya”nın her tarafında böyledir. Ancak, bu durum kültürün temel unsurları bakımından çok da farklılık arz etmez.

Geleneğe dayalı uygulamaların bölgeden bölgeye küçük farklılıklar göstermesi son derece doğaldır. Özellikle Türkiye Türk kültürü̈ acısından yaklaştığımızda, kültür unsurlarındaki çeşitlenmeler, türdeş olmayan yerel toplumları bir kenara bırakırsak, coğrafȋ özellikler ve geçim kaynakları, iştigȃl edilen iş ve benzerleri sebebiyledir.

Her ne sebeple olursa olsun, bu çeşitlenmeler , özellikle masal, hikȃye, destan, efsane ve fıkra gibi edebȋ metinler ve geleneksel oyunlar (danslar) ile müzik gibi unsurların metinleri bakımından varyant ve versiyonlar halinde görülür. Müzikteki çeşitlenmeler hem ezgi hem de söz metinlerinde olur. Bir başka ifadeyle; sözünü ve ezgisini birer metin olarak gördüğümüz türkülerde de varyant ve versiyonlar vardır.

Varyant Türkçe “Eş Metin” (1), versiyon ise “Benzer Metin'' (2) olarak ifade edilmektedir ki, buradaki eş ifadesi karı-koca ifadesindeki benzerlik gibidir. Karı-Koca birbirine eştir. Ancak insan olmak, insan bedenine sahip olmak ortak benzerlik olup; erkek veya dişi olmak önemli farklılıktır. Bu durum benzerliğin olduğu ama bariz farklılığın bulunduğunu göstermektedir. “Benzer Metin” olarak ifade ettiğimiz “Versiyon” ise küçük farklılıkları ifade etmektedir. Çünkü, tek yumurta ikizi olan insanlarda olduğu gibi, benzerliğin üst seviyede olduğu gerçeği vardır.

Buna göre; “Çökertmeden çıktım başım selamet” ve “Her gün serhoş şu Aydın’ın uşağı” sözleriyle başlayan Muğla ve Aydın’dan derlenmiş türküler ezgi bakımından versiyon, yani benzer metinlerdir. Üstelik aynı kültür bölgesine aittirler.

Ayrıca, bir müzik eserinde sözün pek önemi yoktur. Çünkü herhangi bir yörede, farklı sözlerle aynı ezgi kompozisyonunu seslendirmek, neredeyse, ustalık göstergesidir.

Şunu unutmamak gerekir ki, Türk kültürü binası içinde gerçekleşen kültür unsurları, sözel olarak, kültürel difüzyon ile üretildikleri merkezden çevreye doğru yayılırken bazı kayıplara uğrarlar. Bu durumda unsur veya metin temel özellikler veya iskelet bakımından eş; ancak bölümler veya motifler bakımından benzer olurlar.

Aynı veya yakın kültür bölgelerinde varyantlar, yani eş metinler az; versiyonlar, yani benzer metinler fazla görülür. Bir kültür bölgesinden başka bir kültür bölgesine, özellikle de uzak kültür bölgesine gidildikçe bu durumun tersi görülür. Yani mevcut veya bulunduğunuz, yahut esas aldığınız kültür bölgesindeki metinlerle, uzak kültür bölgesindeki metinlerin mukayesesinde, istisnalar hariç, varyantların yani eş metinlerin arttığını; versiyonların, yani benzer metinlerin azaldığını görürüz.

Türküler açısından da durum böyledir. Bu sebeple Türk kültür sahası içinde gerçekleşen türkülerin mahallȋ veya bölgesel olaylara istinaden yakılmış olanları dışında kalanların benzer olması son derece normaldir. Kaldı ki bazen, olaya istinaden yakılmış türkülerin varyant veya versiyonlarını uzak kültür bölgelerinde, hikȃyeleriyle birlikte, görmek mümkündür. Toplum muhayyilesi bunları üretebilmekte ve kendisine mal edebilmektedir. Bu da son derece doğaldır. Doğu Anadolu’dan balkanlara kadar uzanan bölgelerdeki “Yemen” türküleriyle, “Çanakkale” türküleri önemli örneklerdir.

Yukarıdaki ifadelerden şu çıkarıma varmak mümkündür:

1.      Türküler Türk'ün geleneğine dayalı olarak üretilmiş ezgi ve söz metinleridir.

2.      Türküler ezgi ve söz bakımından geçmişten miras yoluyla gelen kalıp ezgi ve kalıp sözlere dayalı olabilirler.

3.      Herhangi bir yerden derlenen “Türkü” oraya ait olmayabilir. Çünkü, türküler üretildikleri yerlerden başka bölgelere göç edebilirler.

4.      Bütün kültür unsurlarında olduğu gibi, türkülerin de ilk formuna yahut üretildikleri yerlere ulaşmak veya bunların ilk formunu tespit etmek son derece zordur.

5.      Bir kültür bölgesinde gerçekleşen olayla ilgili; o kültür bölgesi dışında türkü yakılabilir. (Yemen ve Çanakkale Türküleri gibi)

6.      Nerede yaşıyorsa yaşasın, nereden derlenirse derlensin, türküler Türk eseridir. Yapılacak yöre belirleme çalışmalarında bu gerçeğin göz ardı edilmemesi ve her varyant veya versiyonun ayrı bir metin olarak değerlendirilmesi uygun olur.

Ayrıca, yöre taassubu, mikro milliyetçilik ve sahiplenme duygusuyla yapılan refleksif itirazların akademik bir yanı yoktur, vesselam.

Esen kalınız…

(1) Öcal OĞUZ, Millȋ Folklor, Sayı 42, Sayfa 2-5

(2) Öcal OĞUZ, age.