Hayatın öznesi insandır.
İnsan, evrende varoluşun en karmaşık ve anlamlı şeklini temsil eder. Düşünce gücüyle donatılmış, duygularla süslenmiş, hayaller kuran ve umutlarla dolup taşan bir varlıktır. İnsan, doğaya hükmetmek için değil, doğayla uyum içerisinde yaşamak için yaratılmıştır.
Hayatın öznesi insandır.
Hayalleriyle, hayal kırıklıklarıyla. Arzularıyla, tutkusuyla…
Yaş, cinsiyet, inanç, etnik köken ayrımı olmaksızın!.. İnsan olmaktır istenen. İnsan olmasıdır karşımızdakinden beklenen. İnsan olmak üst kimliğimizdir. İnsanlık medeniyeti etiketimiz. Evrene bıraktığımız izdir; insanlığımız. Temelde iyilik güzellik arar ancak durum sadece öyle mi?
Korkuları var insanın bir kere. En çok da kendi yarattıklarından. Fakirlikten, savaşlardan korkuyor insan. Güçlü olması gerektiği kaygısı ile yaşıyor. Güçlü olmak istiyor. Beklenti bu.
Doğanın kanunu “doğal seleksiyon”. Güçlü ve donanımlı olan yaşıyor. Her geçen gün bir öncekinden daha güçlü olmak zorunda tıpkı bir ceylan tıpkı bir aslan gibi. Sadece birazcık farklı. Diğer canlıların yaşam motivasyonu ve insanın ki küçük bir nüansla ayrılıyor. Gündelik yaşamın hızlı döngüsü içinde her yaştan, cinsiyetten insan yetişme ya da yetiştirme, anlama ya da anlatma, yapma ya da yapamama sarmalına sıkışmış haldedir...
İnsanlar; ilişkilerinde gergin, işlerinde verimsiz, daha az tolerans gösteren duygu, düşünce ve davranış özellikleri gösterir olmuşlardır. Katı bir bireycilik anlayışı gelişmiştir. Eğitimde daha güçlü olmak daha iyi mesleğe, iyi meslek daha çok alım gücüne endekslenmiş haldedir.
Duygu, düşünce ve davranış örgütlenmelerimiz ise; yetersizlik temelli bir kaygı düzeneği haline gelmekte. İletişim ve ilişki yönetimi duygusal erozyona uğramakta. Karşındakini ikna etme kazanma ikna olma yenilme olarak görülmekte.
Eleştiriye yaklaşımımız kendimizi geliştirme fırsatından aşağılanma algısına dönüşmüş durumda. Sonuçta birlikte yaşayan ama birbirini anlayamayan, kalabalık ama yalnız, umutlu görünen ama daha çok hayal kırıklığına uğramaktan korkan güvensiz ve şüpheci karakterlerden oluşan topluluklar halinde yaşıyoruz. Ortada olan durum yaradılışımızda olan insani değerler ekseninde mutluluk vizyonumuzu daraltan net bir erozyondur.
Kısacası; yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. Çözüm çabasında dahi “sorun tarama ve çözme” algısı eksenine sıkışmayan, üretken ve katılımcı kimliği ile bireyin kendini keşfettiği hem fiziksel hem de toplumsal yaşam ortamını ve figürlerini değerlendirebileceği dinamik ve çok yönlü bir dönüşüm paradigmasına...