Sabahattin Eyüboğlu, Montaigne için “Avrupa’ya serbest düşünmesini öğretmiş olan adamdır, demek büyük bir söz olur ama böyle bir söz olsa olsa Montaigne için söylenebilir.” Derken 500 yıl öncesinin koşullarında onun insanlığa kattıklarının hakkını verir. 

Çalışmadan, kafa yormadan, bırakın çevresine, kendine bile insanca bir şeyler eklemeden yaşayıp git­me özlemi doğu toplumlarına özgü bir niteliktir. Hoş, batı­da da böylesi bir özlem yok değil bolca vardır. Örneğin Fransızca travail (ağır iş, çalışma) sözcüğünün Latince kökünde işkence anlamının bulunması bir rastlantı değil kuşkusuz. Ne var ki, çalışma sö­zünü işkence sözünden üreten batı onu bir sevinç, bir mutluluk da yapabilmiş. “Memnun bir domuz olmaktansa, tedirgin bir insan olmak daha iyidir” diyen Stuart Mill, kaygısız, çabasız yaşama özlemini bir kalemde silip atıyor.

Cenâp Şahabettin’se bir yerde şöyle der: “Çok kere iyi adam ona derler ki hiçbir şey yapmaz; ölü adam dense daha doğru olurdu.” Yeme içme kaygısı dışın­da her türlü çabanın, özellikle kafa çabasının gereksizliğini öğütleyen bir felsefeyle yetişmiş insanların bun­dan daha yerinde bir tanımlanması yapılabilir mi bil­mem.

Roma imparatorlarından Marcus Aurelius’un Kendim İçin Düşünceler adlı bilindik yapıtında yazar, yatağından kalkmaya üşenen “ben”ine şöy­le sesleniyor: “Gün ağarırken uyanmak güç gelirse sa­na, şu sözü aklından çıkarma hiç: İnsan gibi davran­mak için uyanman gerek.” Evet; insan gibi davran­mak. İşte, aydın evrenin parolası. Peki, nedir insan gibi davranmak?

Bunu da yine Batılı ağzından dinleyelim. Friedrich Schiller’in ölümünde, Goethe şöyle demiş: “Tam bir insandı, düşünce savaşçısıydı” demek ki olması gereken insan bir düşünce savaşçısıdır, yani düşünce kalıplarını zorlayan, dünyayı değiştirmeye çalışan kimsedir.

Dünyayı değiştirmek içinse, insanın kendini değiştirmesi, kafasını yenilemesi, kendini aşması gerekir her şeyden önce. Gelişmişlik, her şeyi öğrenme ça­bası içinde, her şeyi, düşünceyi, ahlâkı, mantığı, fizik yasala­rını, bilimi tartışma konusu yapan kafadır.

Yeryüzünde tüm zorbalar, insanların birer “memnun domuz”, birer “ölü adam” olmasına çalışmışlardır Bizde, Osmanlıda da yıkılmaya yakın dönemlerde özellikle de Türkler birer “ölü adam” kıvamında tutulmak istenmiştir.

Onun için, Meşrutiyet’ten bu yana, Batı­ya açılma yolundaki çabalara, bir bakıma, Türk insanın “ölü adam”lıktan kurtarma çabaları gözüyle bak­mak pek de yanlış olmaz sanıyorum. Bu çabalara her zaman bilinçli denemez, kuşkusuz.

Ancak Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” parolasıyla Türk insanına Batı anlamında insan olmanın, yani dü­şünce savaşçılığının yolunu göstermiştir.

Atatürk’ten bu yana, uygar kafaya sahip olmak bakımından ol­dukça acıklı durumdayız. Yıllardır ülkemiz düşünce insanı yetiştirmeye uygun ortamda sayılmaz. En alttan üste değin, özellikle de üniversiteler olmak üzere eğitim kurumları günden güne kısırlaşmakta.

Bugün ülkemiz insanı bir türlü sorgulama gücü elde edememiş, üniversite eğitiminden geçmiş, çoğunluğu akademisyen kimseler de birtakım basma kalıp düşüncelerde donmuş kalmış aydın olmayı başaramamıştır.

Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi, en büyük sorun, toplumu cahillikten, aydınla­rı da kültürsüzlükten, yani donmuşluktan kurtarmak­tır.

“Kültürsüzlük” sözüyle; çevresinde, okulda öğrendikleri­ne, bellediklerine yeni bir şey katmamak, katmak gere­ğini duymamaktan söz ediyorum. Kültürlü olmaksa, her şeyi bilen değil, her şeyi anlama yetisine ula­şan, sorgulayabilen insandır. Uygarlık için düşün­ceyi somut deneylerle verimli kılmak, donup kalmamak, yeni değerler üretmek gerekir.

Atatürk’ün “Ben, manevî miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.” derken kuşkusuz bize rehberlik ediyor.

Bilimin düşünce kalıplarını durmadan zorladığı bir çağda, Türk toplumu için kurtuluş, evrensel olmak, durmadan yenileşen düşünceden yana olmaktır. Kısaca ya çevremizdeki ülkelerin geri kalmışlığına düşeceğiz ya da “don­madan, bulanmadan” akan düşüncenin bilinciyle yükseleceğiz...

1) Vedat Günyol, Yeni Türkiye Ardında, Çan Yay. 1966,

2)  Aydın Çubukçu, Düşünmek ve Söylemek, 2021, https://yenie.net/dusunmek-ve-soylemek/

3)  Cemal Kutay, Mustafa Kemal’in Ufuktaki Manevî Mirasçısı ile Sohbet,

4)  İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13)

5)  https://www.cafrande.org/unlu-fransiz-yazar-montaigne-ve-olumsuz-eseri-denemeler-uzerine-dusunceler/