Bu hafta TURAN Gazetesi’ndeki yazımda, iktidar ve muhalefet partilerinin de seçimden sonra yapılacaklar listesinde olan Bakanlık faaliyet alanlarının değiştirilmesi ve dolayısıyla isimlerinin değişmesi ile ilgili fikirlerimi ifade etmek istiyorum. Ayrıca İklim Değişikliği uygulamalarında kritik süreçte olduğumuz 2023 yılının geçiş süreçlerinden de bahsedeceğim.
Bugün hükümetimizin öncelikli görevi, afetlerden mağdur olan insanlarımızın yarasını sarmak ve yeniden kentleri sağlıklı bir şekilde ayağa kaldırmak olduğunu biliyoruz. Daha önce hep kullandığım Elazığ-Gaziantep karayolunda seyahat ettiğimde, Malatya merkez, Yeşilyurt, Doğanşehir, Gölbaşı, Pazarcık ve Gaziantep şehirlerinin ne kadar acı ve yara içerisinde olduğuna şahit oldum. Hayat ne kadar acı da olsa devam ediyor ve bir şekilde sürdürmemiz gereken durumlar olduğu için hayata tutunmaya da devam ediyoruz.
DEPREM BÖLGELERİNİN ACISININ ÇOK FAZLA OLDUĞUNU ASLA UNUTMAYALIM!
Köşe yazımızın konusu olan İklim Değişikliği mevzusuna dönersek aslında dünyamızın iklim değişikliği ile ilgili de büyük bir tehdit altında olduğunu görmekteyiz. Bu konuda sürekli zikrettiğimiz bazı önemli kavramlar vardır, bunlar; Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı ve Sınırda Karbon Düzenlemesi’dir. Avrupa Birliği (AB), sadece bir iklim politikası olarak değil; aynı zamanda ekonomik bir dönüşüm programı olarak kurguladığı Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı 11 Aralık 2019 tarihinde açıkladı. Bu anlaşmanın, Avrupa’nın 2030 yılına kadar karbon salınımlarını %55 oranında azaltması ve 2050 yılına kadar dünyanın ilk karbon-nötr kıtası olma hedefini pekiştiren bir stratejiler bütünü olduğunu biliyoruz. Bu plandaki ana başlıklar kirliliğin ortadan kaldırılması, sürdürülebilir sanayi ve üretim, biyoçeşitliliğin korunması, sürdürülebilir ulaşım, temiz enerji ve doğa dostu inşaat olarak listelenmektedir. Yeşil Mutabakat çerçevesinde her ülke kendi içinde 2050 yılına kadar iklim değişikliğiyle mücadele için yapabileceklerine dair bir eylem planı oluşturmaktadır. Doğal kaynaklarının bilinçsiz tüketiminin önüne geçmek ve iklim krizini bir nebze olsun hafifletmek için oluşturulan bu eylem planında Türkiye’nin de imzası bulunmaktadır.
Orijinal adı Carbon Border Adjustment Mechanism (CBAM) olan, Sınırda Karbon Düzenlemesi, Yeşil Mutabakat kapsamında 1 Ocak 2023 yılında uygulanmaya başlanan bir regülasyon sistemidir. Bu regülasyon çerçevesinde AB ülkelerinin daha düşük emisyon hedefi olan ülkelerde üretim yapmasının ve bu ülkelerden ürün ithal etmesinin önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Sınırda Karbon Düzenlemesi ile ürünlerini AB dışı ülkelerde üreterek bir nevi karbon kaçağı oluşturmayı düşünen firmalar için ithal edilen bu ürünlere bir VERGİ yükünün de gelmesi beklenmektedir. Bu verginin karbon kaçağı oluşma riskinin en yüksek olduğu gübre, demir-çelik, alüminyum, elektrik ve çimento sektörlerinde uygulanması planlanmaktadır. Böylece üretim süreçlerinin AB içinde tamamlanmış olması da amaçlanmaktadır. 2023-2026 yılları bu uygulama için bir geçiş dönemi olarak adlandırılmaktadır ve ithalatçılar için bir mali yükümlülük gerektirmemektedir. Bu 3 yıllık süreçte ithalatçılar, yaptıkları ithalat süreçlerindeki karbon emisyonları ile ilgili yılın her çeyreğinde raporlamak durumunda olacaklardır. İthalatçıların 2026 yılından sonra ise ithal ettikleri ürünler için ise CBAM sertifikası almaları gerekmektedir.
Ülkemiz ve AB ülkeleri arasında yukarıda bahsedilen gübre, demir-çelik, alüminyum, elektrik ve çimento sektörler başta olmak üzere birçok alandaki ticaret ilişkilerinin bahsedilen mekanizmalardan etkilenmesi beklenmektedir. İhracatçıların bu durumdan daha az etkilenebilmeleri için üretim süreçlerini olabildiğince düşük CO2 emisyonu ve çevre dostu olacak şekilde yeniden düzenlemeleri büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’na çok geç olsa da taraf olmak için sunulan kanun teklifini Yüce Meclisimizden geçirmesi çok olumlu bir adım olmuştur. Kanun teklifinin geçmesi ile İklim Değişikliği konusuna daha çok ağırlık vermeye başlayan ülkemiz, yaklaşık 1 yıl önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığının sorumluluk alanlarını genişletilerek Bakanlık ismine İklim Değişikliği ibaresinin eklenmesini uygun bulmuştur. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak hizmetlerine devam eden bakanlığın İklim Değişikliği ile ilgili faaliyetlerinin aslında daha çok şu hali ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı faaliyet alanı içerisinde olduğunu düşünmekteyim. Birinci öneri olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı isminin Enerji Kaynakları ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak düzenlenmesinin daha iyi olacağı kanaatindeyim. Daha önce konunun uzmanlarına da sorulduğunda, ‘şehircilik’ ile bakanlığının uygun düşmediğini düşünen ve birbirine ters kararların aynı bakanlıktan çıkabildiğini savunan bilim insanlarımız da olmuştur. Esasında yapmış olduğu eylemlerin önemli olduğunu çok da isim konusuna takılmayan bazı bilim insanlarımız da mevcuttur. Elbette ki biz de isimlere takılmıyoruz ama yaklaşık bir yıldır İklim Değişikliği temasıyla Bakanlığın çok da verimli işler yapmadığını görmekteyiz. Eskiden Çevre Bakanlığı ayrı bir bakanlıktı, eğer iklim değişikliği konusu eklenecekse, çevre ile ilgili konulara yakın olduğunu düşündüğümden birinci öneri olarak verdiğim Enerji Bakanlığına İklim Değişikliğinin eklenmesi önerime ikinci olarak da Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı şeklinde olması uygundur. İklim değişikliği gibi varoluşsal bir sorunu Şehircilik ve Enerji Bakanlığının altına sıkıştırmak bazılarınız için mantıklı gelmeyebilir, bu durumda da üçüncü olarak sadece İklim Değişikliği Bakanlığının ülkemiz iklim sorunlarını acil bir şekilde çözmesi için tekil kavramla sürdürmesi de bir başka önerimdir.
Maalesef Türkiye’deki mevcut iklim değişikliği politikaları ile gidilirse, Paris İklim Antlaşmasında attığımız imzaları yerine getiremeyeceğimiz aşikardır. İklim meselesinin Paris’in onaylanması haberinin ardından Bakanlık çalışmaları kapsamında ele alınacak olması olumlu gelişmeydi. Ancak ülkemizin Dünya ülkeleri ile ulusal katkı beyanına dair bir çalışma yürütmesi gerekiyor. Bu çalışma 1.5°C hedefini tutturmak için fazlasıyla arzulu ve hızlı bir Türkiye resmi çizebilmelidir. Ülkemizin iddialı bir hedef koyma durumunu eyleme dönüştürmesi gerekmektedir. Kömürlü termik santrallerden çıkış planlarını açıklamak, kısaca tüm fosil kaynakların azaltılmasını ve topyekûn verimlilik projelerinin artık uygulamalara dökülmesini hemen başlatması gerekir. Bu dönemde iklim siyaseti bağlamında ülkemiz içerisinde hükümet, dışarıda ise ülkemizin samimiyet testinden geçmesi beklenmelidir.
Yazımızı okuyan arkadaşlarımız acaba yurt dışında bu Bakanlığın tanımı ve ismi nasıl kullanılmaktadır sorusunu sorduğunu duymaktayım. Hemen cevap vereyim, birçok ülkede iklim bakanlığı farklı bakanlıklarla birlikte oluşturuldu. Avusturya’da bu alan iklim eylemliliği, çevre, enerji hareketlilik, inovasyon ve teknoloji olarak düzenlenmiştir. Danimarka’da ise ilgili Bakanlık İklim, Enerji ve Kamu hizmetleri olarak düzenlenmiştir. Kanada’da ise Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak, bizim de yukarıda yazmış olduğumuz gibi şehircilik kavramının olmadığı haliyle isimlendirilmiştir. Bölgesel bir birlik olan AB nezdinde 2010 yılından itibaren İklim Eylemi Delegesi bulunmaktadır. Belçika’da Çevre, İklim, Sürdürülebilir Kalkınma ve Yeşil Anlaşma Bakanlığı, Fransa ve İtalya’da Ekolojik Dönüşüm Bakanlığı, Hollanda’da Ekonomik İlişkiler ve İklim Politikası Bakanlığı, Yunanistan, İrlanda, Danimarka, Portekiz, Romanya gibi birçok AB ülkesinde Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı veya Çevre, İklim ve Enerji Bakanlıkları mevcuttur. Avustralya’da Enerji ve Emisyon Azaltım Bakanlığı, Malezya’da Bilim, Çevre, Teknoloji ve İklim Bakanlığı aktif bakanlıklar olmasının yanı sıra, Pakistan’da ayrı bir bakanlık birimi ile birlikte iklim değişikliğinden sorumlu başbakanlık danışmanlığı mevcuttur.
Uluslararası Enerji Ajansı (IRENA) dünya sıcaklığını 1,5°C ile sınırlamanın yolunu; elektrikleşme (elektrifikasyon) ve verimliliği, yenilenebilir enerji kaynakları, hidrojen ve sürdürülebilir biyokütle tarafından sağlanan enerji geçişinin temel itici güçleri olarak konumlandırıyor. Toplumların enerji üretme ve tüketme yöntemlerinde büyük bir değişiklik gerektiren bu yol, 2050 yılına kadar yaklaşık 37 gigaton yıllık CO2 emisyonunun kesilmesiyle sonuçlanacaktır. Enerji verimliliğinde önemli gelişmeler, nihai kullanım sektörlerinin elektrifikasyonu (örn. elektrikli araçlar ve ısı pompaları), temiz hidrojen ve türevleri, karbon yakalama ve depolama ile birlikte biyoenerji ve karbon yakalama ve depolamanın aktif şekilde kullanılması çok önemlidir. Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi dünyanın 2050 hedefine ulaşması için; %25 oranında yenilenebilir enerji kaynaklarından, %25 enerji verimliliğinden, %20 elektrikleşmeden, %14 başta biyoenerji olmak üzere salınan yenilenebilir enerji kaynaklı emisyonların karbon yakalama metotları ile muhafaza edilmesinden, %10 yeşil hidrojenden ve %6 da fosil kaynaklı emisyonların karbon yakalama metotları ile muhafaza edilmesinden ibaret bir görüntü vermesi gerekmektedir.
Artan krizler, küresel enerji geçişini hızlandırmak için acil ihtiyacın altını çiziyor. Son yıllardaki olaylar, büyük ölçüde fosil yakıtlara bağımlı merkezi bir enerji sisteminin küresel ekonomiye olan maliyetini artırdı. Petrol ve gaz fiyatları, Ukrayna'daki krizin yeni endişe ve belirsizlik seviyeleri getirmesiyle yeni zirvelere tırmanıyor. COVID-19 salgını, dünya çapındaki vatandaşlar enerji faturalarının karşılanabilirliği konusunda endişelenirken, toparlanma çabalarını engellemeye devam ediyor. Aynı zamanda, insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkileri dünya çapında giderek daha belirgin hale geliyor. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), halihazırda 3,3 ila 3,6 milyar insanın iklim değişikliğine karşı oldukça savunmasız ortamlarda yaşadığı konusunda uyarıda bulunuyor.
Günümüz şartlarında hükümetlerin bu konuyu ivedi bir şekilde ele alması ve acil zorlukları iyileştirmeye yönelik kısa vadeli müdahalelere, orta ve uzun vadede başarılı bir enerji geçişine kararlı bir odaklanma ile eşlik etmesi gerekmektedir. Bugün hükümetimizin afetlerle ilgili önceliğinin olduğunun farkındayız ancak iklim krizi ile mücadelenin yönetim kısmında mekanizmalar ve yetkili organlar kurmak, bunları tanımlamak şüphesiz çok önemlidir. Sadece hükümetlerden bu sorumluğu beklemek doğru değildir, elbette tüm paydaşların el birliği ile iklim değişikliği tehdidine karşı birlik içerisinde olması gerekmektedir.
ESEN kalınız…