« harput

kulaklarini sarkit

eski korkutlar cikiyor

karanliklardan

bacadan dusen

harput

gormek istemiyorum

gozumden ye beni

duymak istemiyorum

kulagimdan ye beni

dusunmek istemiyorum

kafamdan beni yut

harput»

Asaf Halet Çelebi

Elazığ’ın tarihsel mekânı Harput üzerine yazılmış en güzel yapıtlardan biri olan "Harput Yollarında" adlı inceleme araştırma kitabını okurken, bir sayfada MÖ. IX’uncu yüz yıldan kalma, bölgenin krallarından birinin bir geyik avı sahnesini betimleyen ve Malatya müzesinde sergilenen bir taş kabartma resmini görünce aklıma geldi. Böyle 3000 yıl filan değil çok değil 100 yıl sonra günümüzü zehreden, yaşamımızı boğan, artık iyice kabak tadı veren günümüz siyasetçilerinden, siyaset yalakalarından ne kalabilirdi geriye diye uzunca düşündüm.

Yıkmak, yok etmek bizim işimiz, yıllardır Elazığ’da, Keban’da, Palu’da, Kovancılar’da, Şahikaya’da, Yalavuz’da, Hüseynik’te, Kesrik’te, Harput'ta ne tarihsel bir yapıt bıraktık ne koruduk ne umursadık… Bırakın öteki kültürleri, kendi camilerimize, mescitlerimize, çeşmelerimize, mezarlarımıza bile sahip çıkmadık…

Söze gelince vasfımız pek muhafazakâr, 'Allah muhafaza'...

Tarih, kent kültürü, kent mimarisi, kent dokusu deyince hepimiz kendimizle gurur bile duyabileceğimiz birer Hülagu Han oluveriyoruz...

Dünyanın en eski ve değerli yapılarından bin yıllık Harput Ulu Cami'nin beş metre yanında yıllardır dönüp duran iş makineleri, kepçeler, dozerler ve vinçlerin işlediği cinayeti ve oluşturulan yapıyı görüyorsunuz… Adına da “Diyanet Külliyesi" denildiği için sanki eleştirilemez bir kimlik kazandığı sanılan bir beton yığını….

Milletvekilleri, belediye, valilik, mimarlar odası, üniversite, sendikalar, sendika temsilcileri ve kent konseyinin bu birinci derece sit alanındaki betonarme yapılaşmaya itiraz etmemesi, sanata, kültüre, tarihe bakış açımızdaki duyarsızlığın bir türlü değişmediğini ve değişmeyeceğini göstermekte.

Yıllardır aynı teraneyle, sürekli sığ popülist söylemlerle, Harput’un Hitit, Urartu, Arap, Artukoğulları, Selçuklu, Roma, Akkoyunlu, Osmanlı gibi kadim kültürlere ev sahipliği yaptığından hamasetle söz edip de tarihsel dokuyu ve mirası hoyratça tahrip ettikten sonra her yanımız "muhafazakâr" ve "milliyetçi" olsa ne yazar...

Kültürel miras bilinci; bu kültür coğrafyasında bir arada var olmuş değişik etnisite, dil, inanç farklılıklarını bir zenginlik olarak görmekten geçer; bizden önceki tüm uygarlıkların bıraktığı ibadet yerleri, evler, kaleler, heykeller, ören yerleri, tüm kalıntılar; bugüne ulaşabilmiş gelenekler, mitoloji, söylenceler, şarkılar, türküler, sözler, halk oyunları, kitaplar, mezarlar, aletler, her şey bizim ortak kültür mirasımızdır.

Biz Harput’taki tüm kültürlerin, üretilen tüm birikimlerin mirasçılarıyız. Bu sahiplenme bölgesel bir aidiyetin ötesinde insanlığın da bir gereğidir. Biz kültürel mirasın korunmasından; turizm amaçlı girişimlerle daha çok para kazanmayı değil, geçmişin değerlerini hiçbir inanç ayrımı yapmadan işleyerek, onlardan her alanda yeni sentezler yaratarak, onları gelecek kuşaklara aktarma bilincini ve sorumluluğunu anlıyoruz.

Üzerinde yaşadığımız bu toprakların kültürel miras bakımından zenginliğinden övünebilmemiz için o mirasa bütüncül olarak sahip çıkmak, onu titizlikle korumak ve ileriye, geleceğe taşıyacak biçimde işleyip değerlendirmemiz öncelikli koşuldur. Bu bilince bir gün erişmemizi diliyorum…