Geçen yıl Çorum’da Esme Dalgıç adlı 76 yaşında bir teyzemiz YKS sınavından çıkarken, “öteki okullara pek gözüm kesmiyor ama ben hukuk okumak istiyorum” biçiminde bir de beyanda bulunmuştu.
Son birkaç yılda, Türkiye’de merdiven altı, özel, vakıf üniversitelerinde okuyup, daha doğrusu parayı bastırıp mezun olan hukukçu sayısı o denli arttı ki, iş laçkalaştı denilebilir. Hatta durum o kadar çığırından çıktı ki, kimileri bu okulları online, bilgisayar üzerinden ve zevk için bitirmeye; emekli, öğretmen, mühendis, doktor, gazeteci unvanına bir de hukukçu kimliği eklemeye yarayan bir şans olarak görür oldu.
Profesörü, yetkin kadrosu olmayan ancak bol bol öğrenci kabul eden hukuk fakültesi sayısı -son günlerde daha da artmadıysa- şimdilik 100 civarında. Hukuk mezunu sayısı çoğaldıkça adaletin yükseleceğini sanan ender toplumlardan biriyiz sanırım. Son 22 yılda çığ gibi büyüyen sorunlardan biri de eğitim. Dolayısıyla hukuk eğitimi de bundan nasibini almış durumda.
Hukuk eğitimi eskiden beri Türkiye’nin sorunlu konularından birisidir. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığımda, ülkemizdeki hukuk fakültesi sayısı altı idi. Kaldı ki bu altı sayısına ulaşılırken, yani İstanbul ve Ankara Hukuk fakültelerinden sonra, 1978 yılında kurulacak ilk okul olan Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluşu bile o dönemde birçok eleştiriye uğramıştı.
Şimdilerde ipin ucu kaçtı, her alanda olduğu gibi yozlaşma, niteliksizlik hukuk eğitiminde de görülür oldu. Ben bu yozlaşmanın, bu itibarsızlaştırmanın bilinçli yapıldığını düşünenlerdenim. Gözlemlerime göre, ülkemizde yalnızca hukuk fakülteleri değil öteki fakültelerde de eğitim ve öğrenim yozlaşmış durumda. Hele de taşra üniversitelerini gördükçe, 1960’lardaki lise eğitiminin günümüz üniversite eğitiminden kat kat ileride olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Türkiye’de asıl çöken-çökertilen-yozlaştırılan ilk-orta-lise eğitimi olduğundan öncelikle bu eğitim aşamalarının yeniden yapılandırılması, öğretmen yetiştiren okulların düzeltilmesi zorunludur.
Üniversitelerin asıl amacı öğrencilerin sorumluluklarını bilen, düşünen, sorgulayan, kültürlerini tanımalarına öncülük eden, kendi zihinsel ve yaratıcı becerilerini kavramalarını ve onların insan olarak sorumluluklarını bilen kişiler olarak, yani özerk birer birey olarak yetişmelerini sağlamaktır. Bunun günümüz üniversitelerinde başarılması olası değildir. Bu, ancak özgür, bağımsız, özerk üniversiteler ve buralarda görev yapan aynı niteliklere sahip akademisyenler eliyle mümkün olabilir.
Üniversite eğitimi yalnızca bir diploma ve meslek sahibi olmak da değildir. Aynı zamanda kişinin kendisini her yönden geliştirmesi, bilinçlendirmesi de eğitimin bir amacıdır. Örneğin üniversite eğitiminde öğrencilerin sinemaya, tiyatroya, operaya, konserlere, sergilere, spor etkinliklerine, müzelere gitmesi, kitap ve gazete okuma alışkanlığı edinmesi gibi etkinlikler büyük önem içerir.
Hukuk eğitiminde öğrenci kabulünün, doğrudan fakültelerin kendilerinin yapacakları sınava bırakılması yapılması gerekenlerden biri. Bu sınav, test usulü değil, hukuk öğrenimi yapmaya aday bir öğrencide bulunması gereken sözlü/yazılı anlatım yeteneğini, genel kültür düzeyini, analiz-sentez yapma, sorun çözme becerisini ölçecek ve değerlendirecek biçimde olmalı.
Giriş için yüksel bir taban puan uygulaması, hukuk fakültelerinin büyük kentler dışında kapatılması, fakültelerin ikinci ve üst bir eğitim kurumu biçiminde getirilmesi, lisans öğrenimi görmüş olanların hukuk fakültelerine kabul edilmesi de düşünülebilecek işlerdendir.
Hukuk eğitim ve öğretimi için dört-beş yıllık bir süre yeterli olsa da mezuniyet sonrasında avukatlık, hakimlik, savcılık gibi mesleklerin icra edilebilmesi için mutlaka sınav sisteminin getirilmesi gerekir. Bu sınav, siyasal güççe değil bağımsız kuruluşlarca yapılmalı, böylelikle hukuk eğitimine kalite ve yetkinlik standardı geleceği gibi kalite bütünlüğü de sağlanma olanağı sağlanmalıdır.
Yine hukuk fakültelerinin mezunlarının yargıçlık, savcılık, avukatlık sınav sonuçlarının, öğrencilerin mezun oldukları hukuk fakültelerinin isimleri de belirtilmek suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından kamuya açıklanması da bir ilke olmalıdır. Hele de avukatlık sınavının yeniden getirilmesi mutlak bir koşuldur. Çünkü bir mesleğe sınavla kabul sistemi, hem öğrencileri kalitesiz, niteliksiz, yetersiz fakültelerden, hem de yurttaşları, yani iş sahiplerini niteliksiz, yetersiz hukukçulardan koruyacak ve bu amaca hizmet eden bir güvence ve kalite ölçme sistemi kurulmuş olacaktır.
Sonuçta eğitimdeki yozlaşma siyasetin hukuku, adaleti parmağında oynatmasına, adalet sisteminin de yozlaşmasına neden olduğu gibi, hukuku bilmeyen avukata, hukukun önemi ve işlevi konusunda yeterince bilgi sahibi olmayan yargıç ve savcıya; yurttaşların en büyük korunağı yargı erkinin bozulmasına, adaletin yeterince sağlanamamasına neden olmaktadır.
Yukarıda da belirttiğim gibi ülkedeki tüm ciddi kurumların çökertilmesi gibi, hukukun, hukuk eğitiminin de yozlaşması kanımca siyasal gücün bilinçli bir siyasal tavrı olup; çağdaş adalete olan inancın azaltılması, hukuk devleti ilkelerinin ciddiyetsizleştirilmesi, tüm meslekler gibi avukatlık ve öteki hukuk mesleklerinin saygınlıklarının ve bağımsızlıklarının yitiminin sağlanması ve tümüyle siyasete bağlanması amaçlıdır.