Az sayıda olsa da dünyanın muhtelif yerlerinde “Folklor (Halk Bilimi) Açık Hava Müzesi” var.

Bu müzelerin en temel özelliği, geleneksel kültürü canlı olarak yansıtmaları.

               Geleneksel mimarȋyi yansıtan evler, bakırcılık, demircilik, fırıncılık, kuyumculuk, çömlekçilik, dokumacılık ve benzerleri gibi sanat ve zanaatla ilgili iş yerleri bulunuyor bu müzelerde.

               Bunun yanında üretime dair ne varsa sergileniyor. Hem de canlı olarak…

Geleneksel kıyafetlerin yapıldığı atelyeler, aşevleri, ahşap oymacılığa dair iş yeri, tandır, çalgı yapım atelyeleri, atalık tohumlarla meyvecilik ve hububat üretimi ve dahi bunların işlendiği yerlerle, hayvanat bahçesi…

               Bir başka ifadeyle, geleneksel hayata dair ne varsa bu müzelerde görmek mümkün.

               Özellikle İsveç’teki “Skansen” (1873), Norveç Oslo’da “Norsk Folke Museum” (1895) ve Macaristandaki Skanzen (1974) “Folklor Açık Hava Müzeleri” en çok bilinenleri.

Bu müzelere ziyaretçi akını oluyor.

Benim ziyaret ettiğim Macaristan’daki Skanzen Folklor Açık Hava Müzesi Budapeşte’ye 120 kilometre uzaklıkta. Budapeşte’den önce banliyö treni ile Szentendre’ye oradan da otobüslerle Skanzen’e ulaşıyorsunuz. Bunun yanında doğrudan otobüsle Budapeşte’den Skanzen’e Volanbusz otobüsleriyle gitmek mümkün. Seyahat ücretleri çok ekonomik.

Biz arkadaşımla tren yolunu kullanarak gittik.

Müzeye vardığımızda büyük bir kültür bölgesinin ihtişamı karşıladı bizi.

Giriş yaptıktan sonra, müzenin etrafını dolaştıran nostaljik trene binip bir tur attık. Turu tamamlayıp müzeyi gezmeye başladığımızda adeta oradan ayrılmayı istemeyecek kadar etkilendik.

Yerinden sökülerek getirilip buraya kurulmuş geleneksel mimarȋ eserler birer kültür anıtı. Kendinizi geçmiş zamanda yolculuk yapıyor gibi hissediyorsunuz. Müzedeki her birim canlı, yaşıyor.

Burada ürünlerin üretim aşamalarını izleyebiliyor, üretilen ürünlerden satın alabiliyorsunuz.

Adamlar hem kültürlerini yaşatıyor ve sergiliyor hem de para kazanıyorlar. Bir bakıma kültür satıyorlar.

Elazığ olarak, mevcut sanayimizi ve ürünlerini geliştirmeye çalışırken, satabileceğimiz en önemli varlığımızın Harput-Elazığ kültürü olduğunu unutmamalıyız.

Katıldığım televizyon programlarında ve yazılarımda bu konudan söz etmekteyim. Ancak kültürün pazarlanması konusunda önemli bir gelişme olmadığını da görüyorum.

Bu konuda Türkiye’deki en önemli örnek Gaziantep’tir. Yalnızca mutfak sanatlarıyla değil, tarihȋ eserleri ve sonradan yapılan anıt eserleriyle bir açık hava müzesi konumunda.

Sanayi açısından da gelişmiş olan Gaziantep’te sanayi olmasa bile, yalnızca turizm gelirleri bu vilayete yeter.

Gaziantep Kalesi, Gaziantep Rumkale, Zeugma Mozaik Müzesi, Şahinbey Milli Mücadele Müzesi, Zincirli Bedesten, Gaziantep Bakırcılar Çarşısı, Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesi, Gaziantep Hamam Müzesi, Tarihi Gümrük Hanı, Karkamış Antik Kenti, Yesemek Açıkhava Müzesi, Emine Göğüş Mutfak Müzesi, (Müdavimi olduğum) Almacı Pazarı, Tarihi Antep Evleri, Gorgo Medusa Cam Eserler Müzesi, Kaleoğlu Mağarası, Gaziantep Atatürk Anı Müzesi, Gaziantep Botanik Bahçesi ve daha birçok önemli eser Gaziantep’i turizm şehri yapan eserler.

Yerli ve yabancı turistler sabahın erken saatlerinde kalkıp yola düşmeseler şöhretli “Beyran”cılarda yer bulamazlar. Kültür Bakanlığı’nın restorasyonunu yaptığı “Tahmis Kıraathanesi”nde de günün her saatinde yer bulmak çok zor.

Gaziantep’teki bütün güzellikleri görmeye bir hafta bile yetmiyor.

Gelelim Harput-Elȃzığ’a…

Harput, bu haliyle de bir açık hava müzesi görünümünde. Ancak çok düzensiz ve özensiz durumda. Geleneksel evlerin çoğu yıkılmış veya yerine beton evler, yapılar konulmuş.  

Gerek Harput Kalesi’nde gerekse diğer tarihȋ yapılarda restorasyon çalışmaları varsa da çok ağır yürüyor.

Bilindiği üzere Harput, tarihȋ değerinin yanında, büyük ve önemli bir kültür merkezidir. Bu merkez, günümüzde bir mezarlıklar ve kebapçılar şehrine dönüşmüş adeta.

Elazığ-Harputlu biri olarak Harput’a girip, hasret duygusunu üzerinizden attıktan sonra bir hüzün kaplıyor içinizi. Bu kutsal belde neden bu halde diye.

 “O halde ne yapmak gerekir?”

İnşallah, bu sorunun cevabını gelecek yazımda, bugünkü yazımın başlığına uygun olarak yayımlayacağım.

Esen kalınız…