Rahmetli Demirel bir ara “Konuşan Türkiye” diye bir söz söylemişti. Siyasal gücün de anayasa değişikliği halkoylamasında “düşünce özgürlüğü gelecek” afişlerini anımsarsınız.
II. Abdülhamid döneminde de dedelerimiz “Hürriyet, adalet, müsavat!” diye bağırmışlar. 1908’de İkinci Meşrutiyet’le, “İttihad ve Terakki Fırkası” iktidara gelmiş birkaç ay sonra İttihad ve Terakkiciler bakmışlar ki, millet yazıp, çizip konuşunca kendi iktidarları sürmeyecek, “efendim siz de hürriyetinizi çok suiistimal ediyorsunuz!” diye yakınmaya başlamışlar ve bu hürriyet havası sürerse işimiz var onun için tedbir alalım demişler, olmamış, sonra sıkı tedbirler alalım demişler yine memnun olmamışlar, sonra daha sert tedbirler ve birkaç yıl da çok sert tedbirler almışlar, ama ne olmuş, yıkılıp gitmişler…
Cumhuriyetle birlikte, Cumhuriyet Halk Fırkası iktidara gelmiş. 1938 sonrası yine başlamış aynı terane, “hürriyet suiistimal ediliyor, tedbir alalım!” demişler. Ne kadar yazar, çizer, konuşan, düşünen varsa hapislere yollanmış. Onlar da zamanla sıkı tedbirlere geçmiş gene olmamış, ardından “sert tedbirler”e geçmişler, o da yetmeyince, 1946-50’de çok sert tedbirler almışlar ama sonra bildiğimiz gibi yıkılmışlar…
Sonra Demokrat Parti iktidarı almış, Aziz Nesin’in dediği gibi “Bir hürriyet, bir hürriyet...” Bu hürriyet havası da ancak iki üç yıl sürmüş, “Efendim hürriyeti kötüye kullanıyorsunuz! diye başlamışlar onlar da tedbir, sıkı tedbirler, sert tedbirler, çok sert tedbirlere; sonra ANAP, sonra ötekiler hep aynı yollardan geçilmiş onlar da tüm iktidarlar gibi bir gün yolun sonuna gelmiş, geçmiş gitmişler.
Günümüz siyasal döneminde de ilk yıllarda liberali, solcusu, orta yolcusunun, “savulun demokrasi geliyor” “yetmez ama evet” naraları arasında “özgürlük, demokrasi, ileri demokrasi gelecek” masalları ile başlamış; sonra tedbirler, sonra sıkı tedbirler, ardından sert tedbirler, şimdilerde de çok sert tedbirlerle gene aynı noktaya gelmiş ve Türk halkı “ileri demokrasi”sine kavuşmuştur.
Bugün her ağzını açanın, hain, dinsiz, terörist, darbeci, dış güçlerin maşası ilan edildiği; gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada yazdıkları (yorumlar, yazılar, paylaşımlar hatta beğeniler) yüzünden yargılananları, ceza alanları, hapis damlarına düşenleri çok sık görür olduk.
Son aylarda da “insan hakları eylem planı”, “güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi inşa etme planı”, “hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi”, “ifade özgürlüğü planı” gibi yeni müjdeler üst üste geliyor. Bundan anladığım bu ittifakın da çok daha sert tedbirler aşamasına geçtiği...
Geçen yıl yasalaşan sosyal medyaya sansür ile de bu mecra da bir düğme ile erişimi engellene, içerikleri silinebilen ve para cezaları verilen nur topu gibi bir alanımız daha oldu. Yani sosyal medyanın tümüyle iktidar denetimine sokulması da fırından yeni çıkmış tazelikte…
“Düşünce” dolayısıyla “yazı” özgürlük ve demokrasiye doğrudan bağlantılıdır. Özetle, düşüncelerimizin kâğıda aktarılması demek olan yazı, demokrasinin gelişiminde de çok önemli görevler üstlenir. Uygarlığı yazının bulunuşuyla başlatanların bana göre haklılık payları vardır.
Türkiye için en doğru, en güzel, en yararlı olanı yalnızca siz mi düşünüyorsunuz, sizden başka kafa yoran, düşünen, uyaran, doğruyu gösteren olamaz mı? Ankara eski valililerinden Nevzat Tandoğan’ın “komünizm” için söylediği meşhur sözünü uyarlarsak; “Bu memlekette düşünmek gerekirse ben düşünürüm” mü demek istiyorsunuz? Bildiğinizi okumak, başka söze düşünceye tahammül edememek, sizden ayrı düşünen herkesi şeytanlaştırmak diye bir yol mudur? Descartes diye bir adam 400 yıl önce “düşünüyorum öyleyse varım” demişken, biz bu çağda düşünmekten neden bu kadar korkuyoruz anlamak güç…
Ancak yine de enseyi karartmamak gerekir. Çünkü yazının başında söylediğimi yinelemek gerekirse, ne denli tedbir, sıkı tedbir, sert tedbir, çok sert tedbir alırsanız alın, halkta da bir uyanış başladı mı iniş hızlanmış demektir. Ben ilk seçimde -olağanüstü bir gelişme olmazsa- yirmi yıldır başımızda olan ve artık biraz kabak tadı verenlerin işinin her zamankinden zor olduğunu söyleyebilirim.