Ülke; çok büyük deprem felâketinin arkasından, aynı bölgede meydana gelen sel baskınlarının yol açtığı can ve mal kayıplarının yaralarını sarmaya çalışırken, bir yandan da dünyada baş gösteren ve Türkiye’yi daha büyük çapta etkileyeceği anlaşılan ekonomik buhran ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Maddî ve manevî hayatı tehdit eden bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye’yi yönetenlerin eğitimde işi gevşetmeğe, çocuklarımızın gelecek ile ilgili hayallerini ve ideallerini erteleyerek yok edecek bir keyfiliğe zemin hazırlamaya hakları yoktur, olmamalıdır.
Vatanı her türlü iç ve dış tehlikeye karşı korumakla yükümlü silahlı kuvvetlerin eğitiminden ve her türlü teknik donanımının sağlanmasından taviz verilmesi nasıl asla mümkün değil ise, ülkenin geleceğinin inşa edileceği eğitimin de kalitesinden, sürekliliğinden, uluslararası yarıştaki hedeflerinden taviz verilmesinin imkânı yoktur.
Bir ülkenin ordusunun zayıf düşmesi ile eğitiminin amaçlarından uzaklaşması ve seviye kaybetmesi uzun vadede aynı sonuçları doğurur.
Unutulmamalıdır ki, eğitim çökerse, ülkenin geleceği çöker. Bu gidişe göz yummak vatana yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu nedenle yazımızın başlığını “Eğitim ve Vatan Savunması” olarak koyduk. Yani eğitime verilen önem, bir ülkenin vatan savunmasına verdiği değeri ifade eder.
Bu vesileyle Atatürk’ün yeni Türk devletini kurarken, eğitimin kıymetini bizzat gözlemleyerek ifade ettiği veciz sözü rehberimiz olmalıdır:
“Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, müstakil (bağımsız),şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır. Ya da esaret ve sefalete terk eder.”
İki yıllık salgın hastalık döneminde zorunlu olarak yüz yüze eğitimden yoksun kalan çocuklarımız, yaşanan deprem nedeniyle, bilhassa üniversitelerimiz, tekrar uzaktan eğitimle baş başa bırakıldı.
Tepkiler üzerine, yapılan “Nisan ayında yeni bir değerlendirme yapılacağı” açıklaması da inandırıcılıktan uzak, baştan savma bir kandırmacadan başka bir şey değildir. Ne kaybedilen zamanın, ne de alınamayan eğitimin telafisi mümkün değildir.
Öğrencileri, eğitimin yüz yüze sürekliliğinden ve çalışma disiplininden koparan, çok zorunlu hallerde ve belli branşlarda başvurulabilecek olan “uzaktan eğitim”e mahkûm etmek, bu dönem öğrencileri için büyük bir talihsizlik olmuştur.
Eğitimimizin önemli bir sorunu da, iyileştirme amaçlı olduğu parlak sözlerle dile getirilen ve hiçbir zaman beklenen sonuçları vermeyen, sık yapılan yönetmelik ve program değişiklikleridir.
Yapılan “Eğitim Şuraları” da yönlendirme amaçlı ve çoğu zaman da kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm kararlarla beklenen sonuçları vermekten uzak kalmıştır.
Her alanda olduğu gibi, bakanlıktaki birimlerden eğitim kurumlarımızın yöneticilerine kadar, liyakate, adanmışlığa, bilgi birikimine ve üretkenliğe değil, siyasî yakınlığa; sendika, dernek, cemiyet ve cemaat bağlılığına öncelik verilmesi, eğitimimizin acilen neşter vurulması gereken bir yarası olarak karşımızda durmaktadır.
Yönetici kademelerindeki idealizmden uzak bu kadro zaafiyeti, eğitimin merkezindeki öğretmenin de çalışma şevkini olumsuz etkilemekte ve verimliliğini düşürmektedir.
Eğitimde kalitenin yükseltilmesinde ve başarıyı yakalamakta “eğitim yöneticisi”nin rolünü eğitimcilik ve yöneticilik hayatımda görmüş ve yaşamış biri olarak-çok başarılı ve idealist meslektaşlarımı ayırarak- söylüyorum ki, bugünkü durum iç açıcı değildir.
Daha fazla gecikmeye mahal verilmeden en kısa zamanda, Türk eğitiminin baştan aşağı şahsî ve siyasî çıkar amaçlı her türlü zararlı yönlendirmelerden arındırılarak, birilerinin arka bahçesi olmaktan kurtarılması gerekmektedir.
Bu görev, “vatan savunması”na eşdeğer bir sorumluluğu, fedakârlığı ve daha açık ve keskin bir ifadeyle “kahramanlığı” gerektirmektedir.