“Bir adam geçti kendi çizgilerinden
katmalı katmalı günlere dolan.
gitmenin kalmaya açılan kapısından
bir adam geçti, kırk beş yılı da adam.”

 (Özdemir Asaf)

“Cemal Nadir, halkın bağrına bastığı ilk karikatürcü oldu.” (Semih Balcıoğlu)

“Ben karikatürü bir güzel koku gibi insana bir an zevk verdikten sonra, elde boş bir şişe veya sarı bir leke bırakıp havaya karışan bir marifet olmaktan başka türlü anlıyorum. O ne palyaçoluktur ne de göbek attıran, çeneleri ağrıtan kahkahadır. Bence karikatür insan beyninin muhtaç olduğu tebessüm ve tefekkürü temin eden bir güzel sanat olmalıdır.” (Cemal Nadir, Radyo dergisi, 1947)

Cemal Nadir, Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1902 yılında Bursa’da doğar. Hattat olan babasının etkisiyle bu sanata ve resme yönelir. Sanatçı, Bursa’da Sahaflar Çarşısı’nda açtığı hattat dükkanına astığı tabelada gülmeceye yeteneğini gösterir: “Hattatların meraklısı, meraklıların hattatı...” 

Almanya’da mühendislik okumaya hak kazanmasına karşın, lise sonrası eğitimini sürdürmeyen; tabelacılık, makinistlik, gezici öğretmenlik gibi işlerde çalışan Cemal Nadir’in ilk karikatürü, 18 yaşındayken 1920 yılında Sedat Simavi’nin çıkardığı ‘Diken’ dergisinde yayınlanır.       

Sonra, İstanbul’a para kazanma umuduyla gelip, Cağaloğlu’nda bir hattatlık atölyesi açan, ardından işlerin kötü gitmesiyle yeniden Bursa’ya dönen ve burada da yine hattatlık yapan, buradan Diken’e karikatürler göndermeyi sürdürürken, karikatürlerini gören, Akşam gazetesi yöneticisi Necmeddin Sadak’ın çağrısıyla 1928 yılında yeniden İstanbul’a gelen Nadir, Akşam gazetesinde günlük karikatür çizmeye başlar.

Son Posta gazetesinde, ilk kez “bant-karikatür” tipi olan “Amcabey”i günlük olarak çizer. 1932’deki “Amcabey’e Göre” adlı karikatür albümü, Türkiye’nin ilk karikatür albümüdür.  “Dede ile Torun”, “Salamon”, “Akla Kara”, “Dalkavuk”, “Yeni Zengin” gibi tiplerin yaratıcısı da odur.


Dalkavuk tiplemesinde, çıkarları için eğilmekten, küçülmekten kaçınmayanları anlattığı ve tek parti döneminin politikasını ve bürokrasisini simgeleştiren Cemal Nadir; Yeni Zengin’de İkinci Dünya Savaşı sırasındaki vurgunculuğu, birden zengin olan sonradan görmeleri yerer; Akla Kara ise İkinci Dünya Savaşı’nın iki karşıt siyasal cephesinin simgesidir. Kuşak çatışmasının simgesi ise Dede ile Torun tiplemesidir. Salamon’da ise cimri, yüreksiz, Türkçesi kıt bir azınlık tipi yaratmışsa da onun çizdiği bu tip; ırkçı değil, tersine masum, sevimli, gülünç ve öğreticidir.

Ünlü karikatürist Suat Yalaz, Odatv’deki bir yazısında “Cemal Nadir Güler, dünyanın en büyük karikatüristidir” derken, karikatür kökenli, Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü mezunu ve konuyu bilen biri olarak, bu sözü ölçüp biçerek yani bilinçli söylediğini yazar.

Cemal Nadir, 15 yıl Akşam’da çizdikten sonra, Nadir Nadi onu daha iyi ekonomik koşullarla Cumhuriyet’e alır. Sanatçı, Türkiye’nin çok güç geçen İkinci Dünya Savaşı dönemindeki toplumsal ve ekonomik zorlu koşulları altında, yine olağanüstü yeteneğiyle akıl, zeka ve yüreklilik içeren karikatürler çizecektir.


Üst üste sanat etkinlikler, yayınlar, karikatürler, konferanslar, sergiler sonrası hastalanan Cemal Nadir, 27 Şubat 1947’de daha 45 yaşındayken ölür. Sanatçının, tufanı andıran aşırı yağmurlu bir havada yapılan cenaze törenine devlet yetkilileri ve binlerce kişi katılmıştır.


Çizgi ustası Cemal Nadir Güler bu ulusun bağrın­dan çıkmış bir dâhidir. Yaşamı boyunca halktan yana ürünler vermiş; yazmış, çizmiş, kısacık ömrüyle büyük bir saygınlık kazanmıştır. Ölümünden sonra da hep anımsanmış, yerinin bir daha doldurulamadığı, hemen hemen tüm karikatür sanatçılarınca hep söylenegelmiş­tir.

Buna karşın hakkında hiçbir ciddi sanat incelemesi, eleştirisi yapılmamıştır. Sanat kurumlarının oluşmadığı ve sanat kurallarının nesnel ölçüt­lerinin silindiği günümüz ortamında da bu büyük sanatçı, ara sıra yüzeysel ve sıradan övgüsel söylemlerle anılmakla kalmıştır.

Plastik değerler yönünden eleştirisine girmeden onun dehasını gösteren bazı noktalara değinelim: Cemal Nadir ilk bakışta anlaşılacağı gibi göz kusurludur. Bu kusurun derecesi ve kapsamı bilinmese de olguyu gençlik fotoğraflarından anlamak güç değildir. Karikatürist ve sanat tarihçisi Ahmet Bayındır’ın yaptığı bu isabetli saptama ister istemez bizlere Ludwig van Beethoven’ı anımsatır.

Beethoven'ın da dahi ve müzik üstadı yapan şey, bilinçaltının çok erkenden sezdiği işitme kusurudur. Ahmet Bayındır da bir yazısında, Gü­ler’in çizgi ve betimleme dehasının aynı kaynaktan beslenmiş olduğuna dikkat çeker. Gerçekten de çağdaş ruhbilimin bu konudaki bulguları da yazarı destekler yöndedir.

Yine, Ahmet Bayındır’a göre, Cemal Nadir Güler, öğrenimini eski harflerle yaptığından, geometrik formlu Latin yazısından önce, doğal akışımlı eski yazıyı öğrenmiştir. Bu yazı türü salt çizgi devinimini ve ritmini temel almaktadır. İlk gençliğinde yaptığı hattatlıktan olsa gerek, Bursa'nın Ulucami hatları da hem geleneksele hem de yerele dayalı bir çizgi anlayışını Cemal Nadir’e kazandırmış olmalıdır. Çizgi dilinin oluşumunda akademik eğitim almayışı, onu özgün ve geleneksele bağlı kılmıştır.

Cemal Nadir, kültürel kim­likte tümlüğe giden bir tutum içindedir. Resim sergilerinde yer alır, tiyatro ile yakından ilgilenir, yazınla da doğrudan ilişkilidir. Bu sanat dallarıyla ilgisinde öz­gün yapıtlar üretecek denli ileri gitmiştir. Çizgileriyle de öteki sa­nat alanlarını ve sanat adamlarını işler, irdeler ve eleştirir. Bu yönü de onun derin, bilge ve engin ay­dın kimliğinin kanıtıdır.

Bugüne değin, layık olduğu vefa ve ilgiyi görmeyen Cemal Nadir Güler’i tüm sanat çevreleri yeniden okumalı, ye­niden anlamalı ve yeniden yorumlamalıdır. Hakkında sanat incelemeleri, araştırmalar, eleştiriler yapmak bu ülke insanının boynunun borcu olmalıdır. Çünkü ondan öğreneceğimiz çok şey var…