Değerli okurlar... 

Elazığ gündeminin yoğun olması nedeniyle 2 aya yakın bir süredir köşe yazısı yazma fırsatı bulmadım... Malum Elazığ sorunlar yumağı...

Bir gazeteci olarak bu sorunları yerinde görme, bilgiler ışığında özel haber olarak şehrin yöneticilerine sunma ve çözüm bulunması vesile olan gibi çok önemli bir görev üstleniyorum...

Şehrin kangrenleşmiş sorunlarını özellikle haber yapmak gibi bir çizgim var... 

Tabi uzun bir aradan sonra bu hafta ki köşemde ne yazabilirim diye kafa yorarken çok önemli ve bir o kadar da toplumu tehdit eden bir hastalık ile ilgili konu geldi aklıma... 

****    ****    ****    ****    ***** 

Evet, ciddi ve sürekli yayılan bir hastalık; Yalakalık... 

Dalkavukluk…

Bir diğer ifadeyle “yalakalık…” 

Tedavisi zor bir hastalık ve ölmeyen meslek "yalakalık"... 

Yalakalık ve yağcılık, kendisine saygısını kaybetmiş insanların kendi çıkarları uğruna başkalarına gereksiz ya da hak etmediği iltifatlarda bulunmasıdır. Kısaca dalkavukluktur...  

Dilimizde ki yalakalık literatüründe, yağcı, yağdanlık, dalkavuk, şakşakçı, şaklaban, yaltaklık, omurgasızlık, yanar dönerlik vs. uzayıp giden bir çeşitliliği var...

“Kişinin, işinin yolunda gitmesi, menfaatleri doğrultusunda bir işin kendi isteklerine uygun olması veya bir kurumda, kişisel ilişkide kendisine tanınan konumun devam etmesi için, kendisinden üst durumda olan, örneğin kendisini işten çıkartması, kurumdan uzaklaştırması, terfi etmesini önlemesi veya daha düşük makam ve rütbeye indirilmesi yetkisini elinde tutan veya böyle yetkileri olan kişiler üzerinde etkili olabilecek kişilerin her arzusuna boyun eğmek, görüş ve düşüncelerini tartışmasız onaylamak” olarak tanımlanıyor…  

Peki ne ola ki bu işin sırrı? Neden bir kişi YALAKA olur? İlk akla gelen şey güvencesizlik, sonra kendine güvensizlik, ardından başkalarının sırtından geçinmeyi huy haline getirmek, kurnazlık vb. birçok olumsuz hal…  

Genelleme yapmak gerekirse, tanımı icabı, işin ehline verilmediği, torpilin alıp başını gittiği, hakkın, hukukun yerlerde süründüğü, otoritenin benden başkasına geçit yok deyip her şeyi onaylamak istediği bir ortamda YALAKALIK gerçekten “zekice” bir çare olabilir.

Şaka şaka…

Yalakada zekâ ne gezer… 

Yüce Rabbimiz; “başkasına tapmayın!”, “şirk koşmayın!”, “işi ehline verin!” diye defalarca ve en kuvvetli ifadelerle uyarmaz mı? İnanın ya da inanmayın, son söz şu olmalı bence, madem argo başladık argo bitirelim; kısa yoldan, yalakalık yaparak bir noktadaysanız, en kısa zamanda geri vitese takıp o ölüm açmazından kurtulmak için daha ne bekler insan? 

Kıymetli okurlar; yazımızı konusuna binaen kısa bir hikâye ile bitirelim; 

-Eskiden kralın biri patlıcanı çok sever, patlıcandan her bahsettiğinde, Soytarısı iç geçirir, kralı tasdik edermiş.  

-Kral; ‘Patlıcan dolma gerçekten mükemmel bir yemek’ diye konuşsa, Soytarı atılır ‘evet patlıcan dolmanın üzerine yemek tanımam’ dermiş.  -Kral patlıcan musakkadan bahsetse ‘ah var mı patlıcan musakka gibi bir yemek’’ diye söze başlarmış. Kral ‘3 öğün patlıcan kızartma olsa yerim’ dediğinde, ‘bir ömür patlıcan kızartma yiyebilirim’’ dermiş soytarısı. 

 -Zaman geçtikçe Kral patlıcandan bıkmış, nefret eder olmuş. ‘Bu patlıcan yemeğini nasıl yerler bilmem. Böyle tiksindirici bir yemek daha olamaz’ demiş... 

- E adı üstünde Yalaka soytarı ‘Haklısınız Kralım, millette ne mide var. Aslında tüm patlıcan yemeklerini yasaklamak lazım’ demiş...  

-Soytarının daha önceki söylediklerine şahit bilen bir kişi ‘Yahu! Daha düne kadar sen değimliydin patlıcan yemeğini öve öve göklere çıkaran?’ diye sorduğunda Soytarı atılmış; ‘Ben Kralın Soytarısıyım, patlıcanın değil...’ 

Esen kalın değerli okurlar...