Önemli bir seçime gidiyoruz. Önemi, Türkiye’nin giderek –otoriterleşmesinden- kaynaklanıyor. Daha birkaç gün önce Amerika’da yapılan “Demokrasi Zirvesine” NATO üyesi iki ülke Türkiye ile Macaristan çağrılmadı. Gerekçe, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan haklarına saygıdan uzaklaşma. Zirveye tek Türkiye çağrılmasaydı muhtemelen iktidar haçlı söylemine sarılarak bunu oya tahvil etmeye çalışacaktı. Ama Hıristiyan Macaristan’ın çağrılmaması bu hesabı bozdu.
Dünya Türkiye’nin nereye gittiğini, nasıl savrulduğunu görüyor; İslam dünyasının bu tek demokratimsi ülkesinin düştüğü, düşürüldüğü durumu şaşkınlıkla izliyor. Bir halkın bu kadar kolay özgürlüğünden vazgeçmesine bir türlü anlam veremiyor. Daha iki gün önce İsrail’de Netanyahu’nun yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak yasa tasarısına karşı on binler ellerinde” Türkiye gibi olmak istemiyoruz” pankartları ile yürüdüler. Herkes bu ülkenin nereye gittiğinin, götürüldüğünün farkında ama ne yazık ki bu ülkenin insanlarının bir kısmı bu gidişin hala farkında değil.
İşte seçimi önemli hale getiren de budur!
14 Mayıs’ta Hak ile batıl yarışmayacak, demokrasi ile otoriterleşme yarışacak.
Yargı bağımsızlığı ile yargıyı siyasete bağımlı hale getiren kadrolar yarışacak.
Yalanla gerçek, bilim ve akılla, akıl dışılık yarışacak.
İktidar aklı, bilimi esas alsaydı bu ekonomik kriz olur muydu? “Ben ekonomistim” böbürlenmesi uzman uyarılarını hafife aldı. Bilinen, tecrübe edilen bir yola değil, bilinmeyen, denenmeyen bir yola girdi. Geldiğimiz nokta ortada. Her gün biraz daha sefalete düşen bir halk ve her gün biraz daha servetine servet katan iktidar seçkinleri.
Bu bir ulufe düzenidir ve ancak iktidarın çevresinde olanlara hizmet eder. Ulufe düzenlerinin özelliği halktan alıp yandaşa vermek, elini her fırsatta vatandaşın cebine atmaktır. Son birkaç yıldır veren devletin yerini alan/isteyen devletin alması işte bu ulufe düzeninin sonucudur. Bu tip düzenlerde iktidarın etrafında topaç gibi dönenlerin devlete maliyetleri halkın kesesinden karşılanır. Bunun son örneği Paris Tahkiminin verdiği karardır. Erdoğan hükümetine yakın kişilerin Musul/Kerkük petrolünü Irak Hükümetini atlayarak Barzani ile anlaşıp satmasının sonucu Türkiye’nin 1.5 milyar dolar ödemeye mahkum edilmesi oldu. Petrolü yandaş satıp zengin oldu, cezasını bu millet ödeyecek. Bu, yaklaşık 30 milyar TL’ye tekabül eder. Bu para ile depremzedeye her biri bir milyon maliyetle 30 bin ev yapılıp ücretsiz verilebilirdi. Bu düzen iyi bir şeyse desteklemeye devam edelim, değilse de sandık önümüze getirildiğinde gereğini yapalım.
Seçim bu düzeni değiştirmek, hukuka, ahlaka, devlet aklına dönmek için bir fırsattır. Türkiye bu fırsatı iyi değerlendirmelidir. Bunca yolsuzluğa, pahalılığa, yoksulluğa, adaletsizliğe rağmen gerekli reaksiyonu göstermemek ülkeyi daha kötü günlere gebe bırakır. Siyaset ülke sorunlarını çözmek için vardır. Bu tek kişinin ihtiraslarına odaklı düzen sürdükçe ne adaletin ne demokrasinin sağlıklı bir zemine oturması mümkündür.