1 Ocak 1917’de Akhisar’da doğup, 11 Kasım 1986’da Sofya’da ölen Fahri Erdinç’i ilk kez, Kalkın Nâzım’a Gidelim adlı yapıtını 1990’da Varlık Yayınları’ndan satın aldığımda duymuştum.
Sabahattin Âli’nin öldürülmesi sonrası; baskılardan, hapislerden, cezalardan kurtulmak için yurt dışına gitmeyi seçen ve ömrünün büyük bölümünü 1949-1986 yılları arasını Bulgaristan’da geçiren Fahri Erdinç’in yazdıkları, ürettikleri yıllarca bize ulaşmadı. “Gözden uzak olan gönülden de uzak olurmuş” sözündeki gibi yazar ile okuyucu arasına kilometrelerce uzaklık girmiş ne yazık ki, bu yetenekli, dilini iyi bilen, başarılı yazar, bugün bile hak ettiği değeri bulamamıştır.
Fahri Erdinç, “Kalkın Nâzım’a Gidelim” kitabında Nazım hayranlığını, anılarını aktarır, kitap içten bir dille, insansal niteliğiyle öne çıkan küçük boyutlu bir yapıt. Kitapta yazarın yaşamının bir bölümünü içeren anıları ya da Nazım’ın yaşamından bir bölümü anlatma düşüncesinin, yazarın dil ve anlatım gücü ile değer kazanmış olduğunu görüyoruz.
1938 yılında 21 yaşında bir köy öğretmeni olarak katıldığı, Ankara Devlet Konservatuvarı giriş sınavında, kurul üyelerinden Muhsin Ertuğrul ve Sabahattin Ali’nin seçtiği şiiri ve okumasını beğenmesiyle sınavı kazanmasında etkili olmuşlardır. Konservatuvar eğitimini tamamlamadan yeniden öğretmenlik yapmaya başlayan Erdinç, 1946’da da Ankara Radyosu sınavını kazanmış ve üç yıl da sanatçı olarak burada görev yapmıştır.
Yaşamında en önemli insanların Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet olduğunu her fırsatta dile getiren Fahri Erdinç her iki sanatçı ile de yakın dostluklar kurmuş, her iki ad da onun sanat ve siyasal yaşamını derinden etkilemiştir. Sabahattin Ali’nin etkisiyle şiirden öyküye yönelen ve büyük başarı sağlayan Fahri Erdinç, 1948 yılında Varlık dergisince düzenlenen ve Orhan Kemal’in birinci olduğu yarışmada ikinci olmuş ve Ocak 1949’daki Varlık dergisinde sonuç şu sözlerle açıklanmıştır:
“…4 Aralık 1948 tarihinde Varlık idarehanesinde toplanan Ziya Osman Saba, Behçet Necatigil, Oktay Akbal, Attila İlhan ve Yaşar Nabi’den oluşan bir heyet huzurunda oylar tasnif edilerek şu neticeler kayıt altına alınmıştır: “Yarışmaya 553 kişi iştirak etmiştir. Oy pusulalarında birinci gösterilen hikâyeciler için 3, ikinci gösterilenler için iki puan ve üçüncüler için 1 puan hesaplanmıştır. En çok oy alan hikâyeciler içinde Orhan Kemal 163 birincilik, 112 ikincilik ve 53 üçüncülük almış, bu suretle toplamda 775 puanla birinci olmuştur. Fahri Erdinç 77 birincilik, 101 ikincilik ve 52 üçüncülük almış, 485 puanla ikinci, İlhan Tarus 40 birincilik, 63 ikincilik, 104 üçüncülük almış, toplam 350 puanla üçüncülüğü kazanmıştır.”
Türkçede yeni ve yalın bir dil kullanmış, özgün yapıtlar ortaya koymuş, “toplumcu gerçekçilik” türünde başarılı yapıtlar üretmiş Fahri Erdinç, ne yazık ki Türk yazın dünyasında hak ettiği yeri bulamamış ve Nazım Hikmet gibi, yurt özlemiyle yaşamını yitirmiştir. Yaşamının son yıllarında yazar arkadaşlarının çoğunun çabasına karşın, yazın dünyasından bazı adların engellemeleri ile yeniden yurttaş olma umudu sona erince uzaklarda ama ülkesiyle çarpan yüreği çok dayanamamıştır.
Fahri Erdinç’in yaşamında olduğu kadar öldüğünde de şanssızlığı sürer. Ölümüyle cesedinin yakılmasını vasiyet ettiğinden, Bulgaristan’da mezarı da bulunmaz, külleri de kimsesizlikten olsa gerek ki yitip gider.
Yordam Kitap tarafından kitapları yeniden okuyucusuyla buluşan Fahri Erdinç’in Şen Olasın Halep Şehri (şiir, 1945), İşte Böyle (şiir, 1956), Akrepler (öykü, 1952), Âsi (öykü, 1955), Memleketimi Anlatıyorum (öykü, 1960), Diriler Mezarlığı (öykü, 1964), Canlı Barikat (öykü, 1973), Ali’nin Biri (roman, 1958), Acı Lokma (roman, 1961), Kore Nire (roman, 1966), Kardeş Evi (roman, 1979), Göç (piyes, 1952), Türkiye’de Çocuklar (inceleme, 1951), Kalkın Nâzım’a
Gidelim (ölümünden sonra, anı, 1987) gibi yapıtları bize büyük bir bırakıttır.