Daha önce de araştırma, şiir, roman üzerine çalışmalar yapan başarılı akademisyenlerden İnanç Özgen’in taslak çalışması “Euphrates (Fırat) Deli Akıyor” romanını okuma fırsatım oldu. Roman, küçük bir ilçede hakkında çeşitli söylenceler üretilen “Süleyman” adlı gizemli birinin yaşam öyküsünü anlatıyor.
Süleyman’ın Fırat kıyısındaki bir Türkmen köyünde başlayan yaşamı İstanbul’a gidince tümden değişiyor. Çalışması, fabrika sahibi olması, evlenmesi, kardeşi ve eşinin vefasızlığı ve bilinçsiz tutumu üzerine yürüyen kitabın sonunda Süleyman doğduğu köye geri dönüyor ve romanın sonu okuyucuya bırakılıyor.
Süleyman adından da anlaşıldığı üzere bir insanın öyküsüdür ve yapısını kavramak üzere öyküyü temel iskeletine şöyle indirgeyebiliriz: Bir köylü çocuğu olan Süleyman çocuk yaşta ekmek parası için gittiği ve içinde bulunduğu kentin toplumuna aslında yabancıdır. Bunu onun Fırat ırmağı ve köy özleminden anlarız. Çalışır, para kazanır, zengin de olur ve evlenir ama yalnız ve mutsuzdur. İstediği tek şey, huzur, sevgidir ve köyünü, Fırat’ı anılarında yaşatmaktır.
Romanın başındaki İstanbul bölümünde yazar Özgen, Süleyman’ın köyden İstanbul’a gitme düşüncesini ailesine açma sahnesinde okuyucuya bir his veremiyor. Son derece tekdüze cümlelerle Süleyman ailesine gurbet istemini belirtiyor ailesi de dünden hazırmış gibi, kabul ediyor, annesi yol masraflarını veriyor, babası da yeniden söz alarak gideceği adresi ve kişi belirtiyor. Yazarın burada daha geniş ve duygu yüklü bir anlatım sergilemesi gerekirdi.
Süleyman’ın yaşamına birden giren, Düzgün, Düzgün’ün karısı, Deniz, Ozan, Şehmuz gibi kişilere rastlıyoruz. Ancak yazar bunları anlatırken bir altyapı oluşturmadan doğrudan romanın içine sokunca bunlar da köksüz kişiler olarak kalıyor ve ileride de sessiz sedasız romanın içinden yitip gidiyorlar…
Süleyman’ın birden ev sahibi olması, işten ayrılması, başka işlere girmesi, babasının ölüm haberi; köye gidince anne, baba ve kız kardeşinin ölüm haberleri kısaca sürekli bir aksiyon hali insana düşünme ve soluk aldırma fırsatı vermiyor. Ancak tüm bunların iki sayfada anlatılması da roman yapısına uygun düşmemiş.
Süleyman’ın Songül’le evlilik öyküsü de acelece anlatılmış durumda. Bunun da işlenerek anlatılması roman sanatına uygun düşerdi. Ancak burada en büyük hata ise, o ana değin birinci tekil şahıs olarak (kahramanın ağzından) anlatılan romanın birdenbire yazarın ağzıyla anlatılmaya başlaması oluyor.
Erdal’ın gelişi bölümünden başlayarak romanda anlatıcı değişiyor. Burada da roman tekniği açısından ters giden bir şeyler var. Erdal’ın Cengiz gibi kentlerde yetişmiş kurt birini kolaylıkla kandırıp gece yaşamına sürüklemesi ve içkiye bulaştırması yaşamın gerçekliğine pek de uygun düşmemiş. Cengiz’in evde eşiyle yaşadığı diyalog da öyle. Bu kısımların daha özenli olması gerekirdi.
Birkaç sayfa sonra Cengiz Usta’nın karısının intiharı da daha geniş ve roman tekniğine uygun anlatılmalıydı. Sonra “Şeytan” adlı bölümde kötü kalpli kardeş Erdal’ın eylemleri ve bu eylemlerine yengesi Songül’ü de katmasını görüyoruz. Ancak bir kadının kumara alışması ve bataklığa düşmesi Türk toplumsal yaşamında çok rastlanan bir durum olmadığı gibi inandırıcı da olmuyor.
Kitabın “Dede Hikmet” bölümü ise bana göre en can alıcı en güzel yerler. Çünkü burada insan yani okuyucu romanın aktarmak istediği en güzel mesajları alıyor, düşünmeye başlıyor.
Sonra romanda uzun teknik mahkeme terimleriyle işlenen uzunca bir bölüm var, yazar, burada dava sürecini bir hukukçu gibi son derece başarıyla anlatmış. Romanın sonunda Süleyman düşlerine kavuşur ve Fırat’a memleketine olan büyük özlemini giderir. Süleyman’ın bundan sonraki yaşamı ise romanının sonunda bir özetle aktarılır.
Romanda elverişsiz koşullara ve bazı kişilere karşın Süleyman’ın yaşamının yönü, karısı ile evlenmeyi başarması ama bu beraberliğin kötü sonuçlanması yine aynı koşullar ve kişiler yüzünden yaşamının etkilenmesi, olumsuzluklar sonunda romanın sonunda baştaki duruma dönülüyor. Şu farkla ki, Süleyman artık daha da yalnız, daha da mutsuzdur, üstelik de akıl sağlığını yitirmiştir. Bu özet de gösteriyor ki iki yönü var öykünün. Birisi Süleyman’ın iş yaşamı ve evliliği; ikincisi de bu serüvenin yer aldığı elverişsiz ortam...
Romanın bu iki yönü birbirlerinin özelliklerini belirginleştiren karşıt değerlerin alanıdır. Metnin derin olmayan nispeten başarısız yapısına doğru inecek olursak görürüz ki metin, birbirinin anlamını pekiştirmeyen, aceleci birtakım olaylar ve karşıtlıklarla örülmek istenmiş ve ama başarılı olunmamıştır. Kent, kırsal, yapay insani doğal insan, dürüstlük, yozlaşmışlık, masumiyet, ahlaksızlık, aşk anlatıları ile gelişen romanda Süleyman ile çevresi arasındaki uyumsuzluğu bu karşıtlıkların ışığında incelersek romanın gerçeğe uygun düşmediğini ve insanı içine çekmeyen eksikliklerin olduğunu görmekteyiz.
Köyünde son derece masum ve Türkmen kültürünün hoşgörüsü ile yetişmiş iki kardeşin kent yaşamında ayrışması, Erdal’ın kötülük yönünün sivrilmesi ile Batı edebiyatındaki “soylu vahşi” ya da “soylu ilkel” kavramlarını anımsattı bize. Bu kavram Batıda Rönesans döneminde ortaya çıkmış, Magellan’ın tanınmış keşif yolculuğunda aynı gemide bulunanlardan Pigafetta, Navigation el descouvrement de la Indie superiure faicte par mai Anthoyne Pigafetta” adlı kitabında bu yolculuğu anlatırken, gördükleri ilkel vahşi adamları övmüş, bu yalın insanlarda, uygarlardaki kötülüklerin, ahlaksızlıkların hiç görülmediğini söylemiştir. Bu romanda da köydeki yalın ve düzgün insanların bir kısmının kimliğini korumasını bir kısmının da gittikçe kötüleşmesini yani soylu vahşiden soysuz uygar kavramına geçişini görür gibi oluyoruz.
Özetle, Süleyman’ın yaşamını anlatan, “Euphrates (Fırat) Deli Akıyor” romanı yukarıda işaret ettiğimiz aksaklıklara karşın yine de işlenebilir ve düzeltilebilir ve iyi bir romana dönüşebilir. Romandaki Latince adın da kaldırılması zorunlu diye düşünüyorum. Bana göre, Süleyman bir roman için yeni ve çok ilginç bir karakter olmuş. Yazar Özgen, bana göre, açıklama ve bilgilendirme gibi yazdığı son bölümü de romana uyarlamalı ve onu bir izahat gibi değil romanın içine yedirmeliydi. Biz onda bu yeteneğin olduğunu görüyor ve bu taslaktan başarılı bir roman çıkartabileceğine inanıyoruz.