Her yıl yazıyorum, Anadolu bir deprem bölgesi. Geçen zaman içinde yapılara daha sıkı denetimler getiren yeni yönetmelikler çıkarılmışsa da yine de çok ciddi önlemler aldığımız, depremlere hazırlıklı olduğumuz söylenemez, demiştim, yine öyle oldu.
Maraş depremini korkunç bir felâkete yol açtı. Sonuçları da ne yazık ki o derece korkunç olacak. Allah korusun diyorum. Yine ölümler, yaralanmalar, yıkımlar, organizede sorunlar, eksikler… Ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız bilinmez.
Yıllardır yazıyorum. Kardeşim; deden, baban, sen büyük deprem görmedin diye evladın da görmeyecek diye bir şey var mı? Neden Elazığ'ın her yerinde 10-12-15-18 katlı yapılara izin veriyorsunuz. Kime soruyorsunuz? Hangi bilimsel dayanağınız var? Allah’a sığınmakla iş bitiyor mu, Allah aklını kullanmayanlara yardım eder mi?
İyi okuyun;
995, 1730, 1751, 1758, 1763, 1789, 1866, 1874 (1874’te Keban, Maden, Harput merkezli aynı yıl üç büyük deprem), 1875, 1866, 1889 yıllarında bu topraklarda en tehlikeli, en yıkıcı depremler yaşanmış, 2020’de de 2 kez Allah korumuş ve ucuz atlatmışız. Burada köylerin yok olduğunu, maden ocaklarının içlerinde yüzlerce işçinin kaldığını, Sivrice'deki (Gölcük) gölün de böyle bir deprem sonucunda oluştuğunu, göldeki adanın tümüyle gölün derinliklerine battığını hiç mi duymadınız.
Bakın, hayranlıkla dinlediğimiz Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, Prof. Dr. Namık Çağatay ve kent mimarisi uzmanı Prof. Dr. Metin Sözen Elazığlıdır. Hanginiz bir gün bu değerlere önem verdiniz?
Kime sordunuz doğaya kafa tutarak akıl ve bilimi aşağılayarak, hor görerek, yüksek katlı yapılara, ovalara ruhsat izni vermeyi sürdürüyorsunuz?
Öncelikle yüksek yapılar, çok katlı yaşam, bu topraklarda ev, konut, aile, komşuluk kültürümüze çok yabancı bir durum. Keban Barajı yapımı sırasında Avrupalı çalışanların kısa sürede yaptıkları lojman ve evleri bir örnek alın.
Taylesanizade Hafız Abdullah Efendi’nin ‘’İstanbul’un Uzun Dört Yılı (1785-1789)’’ adlı yapıtında 29 Mayıs 1789 yılında ve bir Ramazan ayında Anadolu tarihinin en büyük depreminin Palu’da olduğunu ve 51 bin kişinin öldüğünü, ünlü Encyclopedia Britannica’da deprem maddesinde de anılan bu depremdeki sarsıntının tarih boyunca Anadolu’da yaşanmış en büyük deprem olduğu ve Malatya’ya, Maraş’a, Hatay'a, Suriye'ye dek etki ettiğini yazar. Tarih tekerrürden ibaret olmasın…
Depremler kaçınılmaz doğal olaylardır. Bilim insanları depremin dünyanın ve yaşamın oluşumunda büyük katkısı olduğunu yazarlar. İnsanoğlu-doğa savaşımında zıtlaşmanın yeri yoktur, Japonya'daki teknolojiye ve gelişmişliğe karşın kazanan orada bile doğa olmuştur. Bu yüzden depremi ortadan kaldırmak olanaksız ise de etki, hasar ve yitimleri önlemenin tek yolu bilim ve akıldır.
Şimdi memleketimin her köşesi 15-20 katlı apartmanlarla dolu...
Ne oluyor, yüksek binalarla başınız göğe mi eriyor? Ne imarı takan var ne kurallara uyan, her tarafta kaçak katlar çıkılıyor...
Çaydaçıra Mahallesi, Cumhuriyet Mahallesi ve Ataşehir Mahallesi ne halde bir bakın...
Kent meydanı yapıyorsunuz, 1 m2 yeşil yok, yerlere beton, her yer beton...
Şükredelim ki, hem 2020 depreminde -Allah korudu- hem deprem sonrası hızlı bir biçimde dağ taş TOKİ yapıldı, işçilik özensiz olsa da çok sağlam yapılarımız olduğundan hem de Maraş’taki son iki felaketin merkezi bize uzakta olduğundan yine şükür ki az etkilendik...
Ne yapmalıyız?
Hiç beklemeden hem de hiç beklemeden yerel yönetim ve genel yönetim el ele verin, çok katlı yapılaşmayı durdurun, kaçak yapının gözünün yaşına bakmayın, kaçak katları derhal tıraşlayın ve çok ağır müeyyideler uygulayın, kalan yerlerde kentsel dönüşüme, meydanlar oluşturmaya ivedilikle başlayın, Harput'ta tarihsel kent dokusunu, camileri, kiliseleri, çeşmeleri, mezarları, konakları koruyun, dünyaca ünlü hemşehrilerimiz Metin Sözen, Naci Görür, Haluk Eyidoğan, Namık Çağatay gibi bilim insanlarından yararlanın...
Taylesanizade Hafız Abdullah Efendi’nin söz ettiğim yazısının en altındaki sözü yineliyorum:
‘’Ma'âzallâhi te'âlâ’’ (Allah esirgesin)