Geçtiğimiz 5 Nisan Avukatlar günüydü. Her ne denli yıpranmış eğitim ve toplumsal yaşam içerisinde avukatlık mesleği de yozlaşmaya uğramışsa da yine de adalet sisteminin en gerekli ögelerindendir.
Avukatlık Yasamızın 1. maddesi, “Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslek olup, avukat da yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.” der. Evrensel ilkelere göre, avukatlar, toplum ve yönetim önünde, davasına baktığı kişiler ya da aldığı davalar nedeniyle suçlanamaz, onlarla özdeş tutulamazlar.
Avukatlar, kimin avukatlığını yaparlarsa yapsınlar, salt avukatlık yaptığı için cezasal, ekonomik, yönetsel yaptırım uygulanmakla tehdit edilemez, korkutulamaz, zarara uğratılamazlar ve bir avukat bir davada adli ve idari makamlar önünde ya da duruşmalar sırasında görevine ilişkin yaptığı yazılı ve sözlü açıklamalar nedeniyle hukuksal ya da cezasal yaptırımlara uğratılamaz.
Oysa bugün avukatlar meslekleriyle ilgili savlarla davalarda, soruşturmalarda yargılanıyorlar, hapse atılabiliyorlar...
Geçen yılki bir habere göre, bir avukat duruşma salonundan derdest edilerek şu gerekçeyle tutuklanmıştı: “Eyleminin amacının kutsal savunma hakkı olmadığı, aksine ters psikoloji ile müvekkilini ve kendisini mağdur göstererek haklı çıkmaya çalıştığı, şüphelinin eyleminin müdafisi olduğu davayı sulandırmaya çalıştığı, amacının halkın gözünde yargının ve mahkemelerin itibarsızlaştırmak olduğu gerekçeleriyle tutuklanmasına...” Hiçbir hukuksal anlatımı olmayan, tümüyle hukuk dışı bir dille korkunç tutuklama gerekçesi hukuk sisteminin arızasını özetliyor.
1998'de Kovancılar ilçesinde girdiğim bir davada; Tunceli’den Diyarbakır’a giden bir avukatın aracıyla karıştığı basit bir trafik kazasında, Kovancılar ilçe savcısı, kaza yapan avukatı, ilçe nöbetçi doktoruna rapor almak üzere göndermiş, nöbetçi doktor, muayene sonrası avukatın alkollü olmadığına dair rapor düzenlemiş, avukatı adliyeye götüren polis, savcının istemi üzerine "alkolmetre" denilen aletle bir ölçüm yapmış ve Diyarbakır Barosu'na kayıtlı avukatın "50 promil" alkollü olduğu biçiminde rapor tutmuştu.
Bunun üzerine ilçe savcısı, bir avukatın karıştığı kazada, olayla hiç ilgisi olmayan o gece rastlantı sonucu nöbet tutan "doktor" hakkında "sahte rapor tanzim etmek", "görevi kötüye kullanmak" suçlamalarıyla 6-7 yıla kadar da hapis istemiyle dava açmıştı.
Asliye Ceza Mahkemesi duruşmasında savcı iddianamesini yineledi ve üstüne tutuklama istedi. Yargıç suçlamayı okudu. Salonda mübaşir, yazman, savcı, yargıç ve ben vardık. Söz bana yani savunmaya geldiğinde başladım: “Sayın yargıç bilindiği üzere ortada iki rapor var ve bu raporlar sağlık üzerine. Bu durumda sağlık üzerine ortada iki rapor varsa siz hangisine güvenirsiniz? Bir polisin tuttuğuna mı? Yoksa bir hekiminkine mi?
Dünyanın her yerinde sağlık konularında doğal olarak doktor raporları geçerlidir. Ortada açılacak bir dava varsa, ortada somut bir sağlık raporuna karşın şahsın alkollü olduğunu raporlayan polis memuruna dava açılmalıydı… Bu nedenle sanık müvekkilimin…" dediğim anda duruşmadaki savcı birden ayağa kalktı:
"Ne diyorsun sen? Haddini bil avukat! Bana işimi mi öğreteceksin? Kime dava açacağımı sana mı soracaktım. Haddini bil."
“Haddimi aşacak bir şey söylemedim, savunma yapıyordum Savcı bey, yalnız bir avukata ‘sen’ değil de ‘siz’ diye hitap ederseniz daha şık olmaz mı.”
"Haddini bil, adamın asabını bozma, sözünü geri al" deyince, Yargıca,
"Lütfen müdahale eder misiniz? Savunma yapmam engelleniyor” dedim. Yargıç da savcıyı sakin olması için uyardı ama savcı "Haddini bilecek" gibisinden bağırıyordu. Yargıç duruşmaya ara verdi, beni daha ileri gitmemem konusunda yumuşak bir dille uyarırken, savcı bey sinirle odasına çıktı…
Duruşma yeniden başladığında, yargıç az önce olan olaylara hiç girmeden duruşma tutanağını yazdırdı ve ardından savcıya söz verdi, savcı öncelikle sözümü geri almamı istiyordu ama neresini geri alacağımı bir türlü söylemiyordu. Yargıç bana söz verdiğinde:
"Peki, efendim, deminki sözümü geri alıyorum" dedim. Yargıçta ortamın yumuşamasından kaynaklı bir mutluluk, savcıda ise bir zafer gülüşü oldu. Sözümü sürdürdüm:
“Evet deminki sözlerimde polise dava açılması gerektiğini söyledim. Sözümü geri alıyorum. Burada dava açılması gereken kişi ne doktor ne polis memurudur. Görülüyor ki burada görevini layıkıyla yapamayan, yanlış kişiye dava açan savcıdır. Eğer bir dava açılacaksa iddianameyi yazan savcıya açılmalıydı…”
Ortam gerildi, neyse ki yargıcın vicdanlı tutumuyla tutanaklar gerçeğe yakın biçimde tutuldu. Güç bela bağırtı çağırtılar içinde oradan ayrıldım.
Evet, gerçekten de toplumdaki algı da avukatın para için yasal yalancılık yaptığı, suçluları savunduğu ve güvenilmez bir meslek yaptığı ve saygınlığının gün geçtikçe azaldığı yönündedir. Yargıda da bu böyledir. Savcı ve yargıç gözüyle, avukatlık en güçsüz ve yargısal makamların pek altında bir kurum gibi görülür. Bunda bazı avukatların da kusurları var, kabul edelim. Ama avukatlar göre sırasında, savunma yaparken hukuk ve yasa dışı gerekçelerle, bakanlıktan soruşturma izni bile almadan tutuklamak korkunç bir olaydır.
Avukatlık mesleğinin temeli, hukukun varlığıdır. Hukukun var olmadığı yerde avukatın ya da avukatlığın da önemi yoktur. Bu çatışkı bizi hukukun yokluğuna götürür.
Yukarıdaki davanın sonucu ise yargıcın doktor hakkında beraat kararı vermesiyle bitti. Savcı beyin itirazları ve temyizi bir işe yaramamış adalet geç de olsa sağlanmıştı…