Abdal sözü, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te birinci anlam olarak; Dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse. İkinci anlam olarak “Gezgin derviş”. Üçüncü anlam olarak da ahali nezdinde “Davul, zurna çalmayı meslek edinmiş kimse” şeklinde açıklanmaktadır.
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde, “Abdal kelimesi Arapça’da, ikisi de “karşılık, birinin yerine geçen” mânalarına gelen bedel ve bedîl kelimelerinin çoğulu olmakla birlikte, zamanla Farsça ve Türkçe’de tekil mânasında kullanılmış ve Farsça’da “abdâlân”, Türkçe’de “abdallar” şeklinde çoğul yapılmış; ayrıca tasavvuf terminolojisinde abdalla birlikte, aynı mânada olmak üzere büdelâ kelimesi de kullanılmıştır.” deniyor ve devamla;
“Tasavvufî açıdan ise Dünya ilgilerinden kurtularak kendisini Allah yoluna adayan ve ricâlü’l-gayb diye adlandırılan evliya zümresi içinde yer alan sûfî veya erenler hakkında kullanılır… Abdal telakkisi, ilk defa ortaya çıktığı sıralarda, âbid ve zâhidlerle birlikte muhaddis ve fakihler için de kullanılmaktaydı.”şeklinde açıklamalar yer alıyor.
Türkiye’de Abdal denince ilk akla gelen İç Anadolu Bölgesinde yaşayan ve müzisyenlik yapan kişilerle, dervişlerdir. Eski kaynaklarda da “Veliler” (Bkz Veli) ve “Âbid” (Bkz. Âbid)lere “Abdal” denildiği belirtilir.
Abdalların dünya nimetlerinden vazgeçmiş, Allah’a ulaşma çabasında olan, yaşadıkları toplumda sıkıntıda olanlara yardım eden, toplum içinde ahlaksızlıklara karşı mücadele veren kişiler olduğunun belirtilir ki, bunların Horasan’dan çıkıp Türkiye ve balkanların Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında önemli rolleri bulunan Alperenler olduğu yolunda ittifak vardır.
Fetihlerin manevî önderleri olan Abdal-Dervişler aynı zamanda sanat ve zenaat erbabıydılar. Bu sebeple gerek Türkiye’de ve gerekse Türkiye dışında sanat ve zenaatlarını halka da öğrettiler. Ayrıca önemli bir husus da Ahilik gibi esnaf teşkilatlarının kurulmasında önemli rol oynamalarıdır.
Türk tarihinde önemli yeri bulunan Horasan bölgesi, bugünkü Afganistan, İran, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın büyük bölümünü içine alan bir yerdi. Horasan, doğuda Huttel (Tacikistan'da Kul'ab çevresi), Gur (Orta Afganistan) ve kısmen Sicistan (Sîstan); batıda Deştikevîr'in bir kısmı ve Teberistan ile Cürcân; kuzeyde Türkmenistan’ın bir bölümüyle Hârezm ve Maverâünnehir tarafından çevrili bulunan, güneyde de Deşt-i lût ve Kirman ile Rey arasındaki Fars topraklarına kadar giden geniş bir bölgeyi ifade etmektedir.
Horasan bölgesi uzun yıllar Türkmenlerin (Oğuzların) hakimiyetinde kalmıştır. Bu bölgeden Küçük Türkistan’a (Anadolu-Türkiye) önemli göçler olmuş, İsfahan ve Şiraz başta olmak üzere Horasan’ın çeşitli yerlerinden çok sayıda Alevî ve Sünnî Türkmen göç etmiştir.
Bu göçlerle, çoğunlukla, şuurlu ve planlı bir şekilde “Küçük Türkistan”a ve oradan Balkanlar’a doğru seyahat eden “Derviş, dede, baba, şeyh, mürşit, âşık, pir, ana, şair, nakip ve Abdal” adıyla anılan Yesevî takipçisi Alperenler, Adriyatik kıyılarına kadar bütün bölgede manevî fethin öncüleri olmuşlardır. Alperenler Türkçe düşünür, Türkçe konuşur, Türkçe hareket ederlerdi.
Türkiye sathında Abdal sekenesinden Rum Abdalları Anadolu’ya XIII. Yüzyılda gelmişlerdir. O dönem Türkiye’sinde Yesevî, Haydarî, Cavlakî ve Vefaî dervişlerinin hakimiyeti söz konusuydu.
1240 yılında Rum Abdalları’ndan Baba İlyas adlı bir Türkmen şeyhine tabi olanlar, “Babaî İsyanı” veya “Babaîler İsyanı” olarak anılacak isyanı çıkardılar. İsyan, Selçuklu ordusu tarafından bastırıldı. İsyana iştirak edenler Türkiye’nin çeşitli bölgelerin dağıldılar. Özellikle Batı ve Kuzeybatı Anadolu’ya giderek Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda etkili olan Abdalan-ı Rum olarak anıldılar.
Küçük Türkistan, yani Türkiye’de Alperenlerin en çok bilinenleri;
Abdal Mehmed, Abdal Murad, Abdal Musa Sultan, Ahi Evran, Akyazılı Baba, Avşar Baba, Baba İlyas-ı Horasani, Barak Baba, Doğlu Baba, Emîr-i Çin Osman (Emirci Osman), Gajgaj Dede (Gıjgıj Baba), Geyikli Baba, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli, Horos Dede/Horoz Dede, Karaca Ahmed, Kazak Abdal, Kıdemli/Kademli Baba Sultan, Koyun Abdal, Koyun Baba, Kumral Abdal, Küçük (Köçek) Abdal, Meczub Abdal, Pîr Dede (Pir Baba),Pir Sultan Abdal, Postinpuş Baba Sultan, Sarı Saltuk, Seyit Ali Sultan, Somuncu Baba, Şeyh Edebalı, Şeyh Nusret (Nusrettin), Teslim Abdal ve Yunus Emre gibi ulular olup, bu uluların bir çoğu Yesevî takipçisi veya talebesidir.
Şunu da belirtmeliyiz ki, Abdal zümresinin Kam, Ozan, Baksı geleneğinden Âşıklık geleneğine evrilen bir geleneğin temsilcileri olduğu noktasında da değerlendirmeler de vardır.
Mesela Gölpınarlı, “Abdallar, nefisleri köreltmek, kibirden kaçınmak için dilenmeyi kendilerine caiz görüp gittikleri kaza ve köylerde bellerine zincirle taktıkları boynuzdan yapılma nefirlerini üfler, kudümlerine vurarak nefesler söyler, zikir ve sema ederlerdi. Mal mülk edinme kaygısından uzak, günü birlik yaşayan, çoğu, saç, sakal, bıyık ve kaşlarını usturayla kazıyıp ‘’çar-darp’’ yapan bu dervişler halkın yadırgadığı bir hayata sahiptirler.” (Gölpınarlı 2004:72)” diyor. “Kudüm Vurmak”, “Nefir Üflemek” gibi ifadeler, Abdal zümresinin müzikle olan ilişkisini de ortaya koymaktadır. (Devam edecek.)