Genç adam bir süre düşündü. Sonra adamlara baktı. Daha sonra da, “İnsanların gerçek yüzlerini görmeden çekip gitmeliyim.” Dedi.

     Öyle mi yapmalıydı?

     Bilinmez ama sahte yüzler olgun düşünce sahiplerine eza verirdi. Kalktı. Birkaç adım attı. Durdu. Gerçek yüzünü görmek istemediği insanları tekrar düşünmeye başladı. Bu durum dünya kurulalı beri değişmedi.

     Yani yüzlerine maske takan insanlar…

      Bir yanda sahte tebessümlerle yüze gülecekler diğer yandan da kuyusunu kazacaklar. Olmadık sözler söyleyecekler. Yanlış kanaatlere sebep olacaklar.

       Muhtemelen bu adamlar değişmeyecek. Kötü huylarını terk etmeyecekler. "Bu topraklardan gittiğimiz zaman...” dedi adam, "bu yüzleri kimlere bırakacağız? İçimizde yaşayacaklar çürük elmalar gibi. Ve diğerlerini de çürütecekler. En doğrusu kalmak!" diye aklından geçirdi adam. Kalmalı ve mücadele etmeli. Başkalarına zarar vermelerini önlemenin yegâne yolu budur. Bir yolu daha vardır ama… O da bu adamları yalnız bırakmak. Ancak bu ikiyüzlüler bazı insanlara zarar verebilirler. Özellikle de yeni simalara.

     Ne yapmalı peki?

    Zaman sana uymazsa sen zamana uy dedikleri düşünceye göre bu insanları olduğu gibi kabullenmektir. Bu insanlara uyum sağlamaktır.      

     Bunca yıl halkın akıl süzgecinden geçen onca öğretiler vardı ki… Bencillik, boş vermişlik, umursamazlık üzerine… Hangi birini söylemeli, “Her koyun kendi bacağından asılır”,

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”,

"Eyyam bize uymazsa, biz eyyama uyacağız.”

Biraz bet olacak ama bir Laz atasözünde de, “Yol gidenundur, peşunden ağliyamam; Yüreğum ahır değul, her öküzi bağliyamam.”

    Peki, insanın sorumluluğu, mesuliyeti ne olacak?

    Adamın çehresindeki ifadeler tedirginliği, huzursuzluğu gösteriyor gibiydi. Kahvenin birkaç adım ötesindeki dalları ve yapraklarıyla insanlara gölgelik veren ağaca baktı. Buraya ilk geldiğinde çok iyi düşüncelere kapılmıştı. Zira bu belde ağaçlıklı, sulak ve arazileri de verimliydi. Bir belde ne kadar şirinse o güzellik, insanlarını da kapsayabilirdi. O olumlu havanın devam etmesinde yörenin insanının katkılarından da söz edilebilirdi.

     Allah arzulu, istek sahibi insanlara dilediğini verir. Ne demişler, “Allah verirse el getirir sel getirir yel getirir.” Allah güzellikler bahşeder. Sayısız tür ve tatlarda nimetler verir. İsraf etmeden, harama meyletmeden, başkalarının hakkını çiğnemeden güzel bir ömür sürmelerini emreder. Fakat her güzellikte bir mananın, bir sırrın gizlendiğini bunu ancak kalp gözü açık olanlar sezebilir, görebilirdi. Her güzelin bir bozarı olur. Bahşedilen bu şirin yerin kıymetini anlamak lazım gelir. Verilenin kıymetini görmek ve bilmek gerekir.

     Genç adam, “Demek ki, güzele vasıl olmak onu sadece görmek değil, bilakis anlamak ve yaşamaktır!” diye söylendi. Allah’ın rızasına uymaktır. O rızaya uymayanlar, doğru yoldan gitmeyenler sadece seyrederler. Kalıcı bir şeyler yapmak yerine ferdiyetçi yaşamla dünyaya bağlanmak insana huzur veremezdi.

     “Her yerin bir hastalığı var”, dedi adam. “Dedikodu, gıybet, karalama… Şuursuzluk var.     

      Kendi hayatını karalayanlar güzel bakamaz. İyi düşünemez. Topluma yeterince faydalı olamaz. Hep ziyandadır. Bizler yaptığımız kötülüklerin yapamadığımız iyiliklerin ceremesini ödüyoruz. Çok basit iyi davranışları telaffuz etmekten imtina ediyoruz. Bizim kazancımız dünyalığımız olmamalıdır. Ebedi âlemin saadetini düşünebilmeliyiz.

    Allah’ım! Bizler günahkâr kullarınız. Bizlere sayısız nimetler bahşettin. Bizleri aç susuz bırakmadın. Hâlbuki dünyanın muhtelif bölgelerinde aç susuz insanlar var. Sefalet içindeler. Yoklukla mücadele ediyorlar. Kimileri de; kirli, pis, iğrenç, zararlı, şerli, bozuk, kötü, hileci, entrikacı halleriyle mazlum insanlara yapmadıkları zulüm kalmıyor. İçimizdeki tefrika, cahillik sebebiyle biçareyiz Allah’ım! Sen bize yardım eyle. Merhametlilerin merhametlisi Allah’ım; darda kalan, zulme uğrayan merhamete ve nimete muhtaçlara sen yardım eyle! Bizi kendimizle baş başa bırakma! Sana layıkıyla kul olan Salihlerden eyle!"

     Genç adam kalktı. Çantasını açtı. Bir kitap çıkardı. Yüzsüz adamlarla yüzleşmenin sırasıdır diye düşündü. Açtığı kitaptan okumaya başladı:

    “Esirgeyen bağışlayan Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;

     Göklerin ve yerin hazineleri O’na aittir. O dilediğinin rızkını genişletir, dilediğininkini daraltır. O her şeyi hakkıyla bilir.’’ (Şuarâ Süresi,12)

     "Allah’ım! Sen Hak’sın, beni, ailemi, arkadaşlarımı Hak ile yaşayan ve Hak ile ölenlerden eyle, Allah’ım! Müslümanların dünya ve ahiret sıkıntılarını gider!  Allah’ım! Bizi Kendi’ne kul, Habibine ümmet kıl! Allah’ım! Şirkten, şüpheden, münakaşadan, kötü ahlâktan ve kötü zandan sana sığınırım! Âmin’’ dedi ve yürüyüp gitti.