Sanat kısa bir ifadeyle insanlara huzur veren, estetik biçim fikir ve duyguların bir sonucudur. Sanatın soyut mu yoksa somut mu olacağı ise sanatçıya kalmıştır. Sanata ve sanatçıya iyi bir gözle bakılır.

     Bir sanat eserini sadece zevk vasıtası olarak görmek, onun değerini, insanda uyandırdığı estetik zevk ve heyecandan ibaret saymak, sanatın gücünü anlayamamak yahut bu gücü küçümsemek anlamına gelir.

    Her sanatçının, bize sanatında zevkten başka vereceği bir şeyler de olmalıdır. Çünkü sanata sadece bizlere vereceği zevk olarak bakıldığında bu yüksek seviyede bir zevk olamaz. Sanat bizlere, ifade edemediğimiz ve göremediğimiz, şuur zevkimizi yükseltici ve hassasiyetimizi artıran iyi, güzel fikir ve duygular uyandırmalıdır.

     İnsanlar üzerinde derin tesirler meydana getiren eserler estetik tarafı da mükemmel olan eserlerdir. Sanat eserinde bizce sanat unsuru ağır basmalıdır ki, okunsun, sevilsin, tesirli olabilsin.

     Sanat bizi avutan, boş zamanımızı meşgul eden, büyüleyen bir güç değil, aksine uyaran, harekete geçiren, ufkumuzu genişleten, hayata geniş bir açıdan ve daha manalı olarak bakabilmemizi sağlayan büyük bir güç olmalıdır.

     Sanat ve tezat kendi düşüncesini içinde taşır. Sanatın tezatlıkları barındırması sanatçının nerede durduğuna, bakışına ve duyuşuna bağlıdır. Doğulu bir sanatçı ile Batılı bir sanatçı arasındaki fark da burada zuhur eder. Zira Batı sanatında somut ifadeler kendini bulur. Batı kendi felsefesinden güç alır. Dolayısıyla Batının inandığı Tanrı veya Tanrılar kendi sınırlarını belirler. Doğu sadece somut olan her şeyden münezzeh olan bir Allah’a inanır bu nedenle de sanatı soyuttur. Batı sanatının somut olmasının nedeni de yerine göre Tanrı’nın bir insan olarak algılanması, inanılmasıdır. Prof. Dr. Nusret Çam bu konuda, “Biz soyut bir varlık olan Allah’a inanıyoruz. Yani gözle görülebilen bir Tanrı yok bizim inancımızda. Budistlere bakıyorsunuz Tanrı bir insan. Eski Yunanlılara bakıyorsunuz, insandan ilahları var. İlahlaşmış insanlar, insanileşmiş ilahlar. Çok şeklî düşünen insanlar. Hristiyanlara bakıyorsunuz, onlar da Hz. İsa’yı, beşer olan Hz. İsa’yı ilahlaştırmışlar ve Tanrıyı bu şekilde düşünmüşler. Bu bakımdan onların sanatlarının soyut olmaması gayet normal. Figüre yönelmeleri tabiidir. Bizim tanrı inancımızda böyle bir şey yoktur. Bizim Allah inancımız mücerrettir. Somut değildir. Dolayısıyla biz almışız bir gülü, soyutlaştırmışız” demektedir. Fakat biz de sanat Selçuklu ve Osmanlı’da ihtişamını yaşamasına rağmen bu sanat devam edememiş gerilemiş ve sonunda bitme noktasına gelmiştir.

     Bizde sanatın yükselebilmesi için medeniyetlerin yaşandığı şehirlerin o estetiği yakalaması gerekir. Yani dünün medeniyetini taşıyan şehirlerin silkinmesi ve kendine gelmesi elzemdir. Zira bu alanlarda sorumluluklarda da çok önemli ve büyük bir paya sahiptir. Zira taşrada, varoşlarda, kırsal kesimlerde, steplerde sanat ne gelişir ne de ilerler. Taşrada yaşayan yazarlar ve sanatçıların kendi eksenini aştıkları ne vakit görülmüştür ki?