İnsan kafası an gelir nasıl karışırsa özellikle de metropollerde kaotik bir durum baş gösteriyor. Çok seslilik bir bakıma toplum içindeki zenginliği ifade etmesine karşılık benzeri bir durum biçimsizliği, renksizliği ve çirkinliği de karşımıza çıkarıyor. Bununla da kalmıyor adeta içinden çıkılmaz meseleler karşısında insanları acziyet içinde bırakıyor.

     Her fert bugüne ve yarına dair geleceğini kendi duyguları, fikirleri, anlayışı, kendi idraki ve şuuru içinde aramalıdır. Bunu yaparken de daha çok kendi düşüncelerindeki enginliğe ve derinliğe bakmalıdır.

     Kendini de bu ülkeyi de geleceğe taşıyacak olan gene bu ülkenin insanıdır.  İnsanların kendi düşünce ve inanç dünyası istikametinde bir hayat yaşamak ister. Bunu yapma eğiliminde olanların çok çalıştıkları görülür. Başarıya ulaşmak için çalışmak ve yapılan işi de severek ve en iyi bir hal içinde yapmak gerekir.

     Kentlerin kuruluşu, gelişmesi ve ileri bir seviyeye gelmesi de insan hayatına benzer. İnsan ve kentin ortak olgusu belirtmeliyiz ki bir merkezde bulunması ve bir bakıma da aynı kaderi yaşamasına bağlıdır. Eğer insan hayatı (aile) sağlam temeller üzere kurulmuşsa ileriye dönük yaşantısı da muhtemelen öyle sürecektir. Aksi takdirde temellerin bozulması ve nihayetinde sarsılarak yıkılması da söz konusu olabilecektir.

     Milletin kaderini alâkadar eden her hadise netice de bazı kimseleri de alâkadar eder ve etkiler. Çevresinde iyilik üzere yaşayan fert topluma örnek olmakla kalmaz faydalı da olur. Önemli olan o iyilikleri artırarak bütün insanlara sirayet edebilmesidir. Ömür boyu toplumu alâkadar eden her olumsuz hadise de çeşitli sıkıntıların yaşanmasına sebep olur. Kimi kentlerde karmaşalar vardır. Çözümsüz sorunlar ve sonu gelmeyen çatışmaları kendi kucağında bulur kentlerden bazıları. Kent düşüncesine dalan bir insan ister istemez kendilerinin olumsuzca yaşadıkları kentlere özgü sorunları akla getiriyor. Geçmişe duyulan özlemde de insan hayatlarıyla birlikte oluşmuş medeniyetler hatırlanır. İnsan, medeniyet yaşantısını gıpta ederek okur ve görmeye çalışır, o mekânlarda olmak ister.

      Bugüne baktığımızda temiz, gelişmiş ve gelişmekte olan kentleri görürüz. Bu kentlerin gelişmişlik ve yaşanılır durumunda sivil toplum kuruluşları ve idarecilerin büyük çabaları ve çalışmaları vardır. Diğer yandan bazı kentler bir taraftan yüzünü yıllar geçtikçe yenilemekte diğer taraftan da bu yenilemeyle birlikte yeni anlayışlarla beraber yeni bir hayat idame ettirilmektedir.

     İnsanın sağlıklı olması demek bir yönüyle iyi bir hayat geçirmesi demektir. Ruhen de iyi beslenen insanın hayatı iyi bir yaşantı içinde geçebilir. Arıza ve hastalıklar bünyeyi yorar ve yıpratır. Bu nedenle insan kendine bakmalıdır. İçi de dışı da temiz olmalıdır. Beden çalışmalı ruhta bu çalışma ve esenlik nedeniyle kendine verilen sağlığa iyi mukabele etmelidir. Bu da kendini yoktan var eden yüce yaratıcıya hamt etmek, şükretmek ibadet ve taatlerde bulunmaktır.

      Bütün problemlerin çözümü, ancak problemsiz insanların eliyle olacaktır. Kendi problemlerini halletmiş, insanların çabaları eliyle, fikriyle ve gayretiyledir. Böylesi problemsiz fertlerden müteşekkil bir toplumun, insanlığın kaderine hâkim olması da iyi bir şanstır. Kentlerin yaşantısı Allah Resûlü’nün bir hadislerinde olduğu gibi, “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.” Buyruğudur.

      Umumiyetle kentlerin merkezleri planlı, düzenli ve bakımlıdır. Denilebilir ki bütün kentlerin merkezi; meydanları, bulvarları vs. böyledir. En iyi hizmet merkezlerde başlar ve kademe kademe gelişler. Bu hizmetler merkezden uzaklaşmaya başladıkça zayıflar. Hâlbuki kentlerin her yeri pırıl pırıl insan hayatının yaşadıkça memnun kalabileceği mekânları oluşturmalıdır. Arka sokakların pasaklı ve pislikler içinde olması, yer yer özensizliklerin göze batması insan hayatına etkileri olumsuzlaşır.

KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇABALARI

     Kentler; insanlara iyi hizmet verdiği kadar insan ruhuna da hitap edebilmeli ve yaşanabilir güzelliklerde olabilmelidir. Tarihi yapılar özenle korunmalıdır. Kent modern bir görünüme kavuşacak diye ahşap veya taşlardan yapılı tarihi binalar yerle bir edilmemelidir. İnsanlar eski eserlere, tarihi miraslara sahip çıkarken rant aracı için estetikle bütünleşen güzelim yerler heba edilmemelidir. Kentlerin heba noktasında hemen akla gelen düşüncelerden birisi de ‘Kentsel Dönüşüm’dür. İster kamuya ait alanlar olsun ister evler olsun kentlerin bazı yerleri değişiyor, dönüşüyor. Her ne kadar iyi bir şehir, depreme dayanıklı, yaşanabilir güzel bir kent gibi düşüncelerle kentlerdeki modernleşme sürecinde gerçeklik olsa da yerine göre bu düşüncelerin de birer bahaneden öteye geçmediği de anlaşılabilir. Bu noktada dar gelirli halk daha iyi bir hayat özlemi içinde olma hayali nedeniyle de sesini çıkaramamaktadır. Parsel parsel yoksul kesimden alınan evlerin dönüşümle orta sınıfa satılıyor olması neyle izah edilebilir? Şurası da bir gerçektir ki kentlerdeki imar ve yapılardaki düzensiz çarpıklıklar kent siluetini bozmaktadır. Bu durumun da izole edilmesi de gerekir.

     Kentsel Dönüşüm kaçınılmaz olduğuna göre bu dönüşümün sosyolojik, ekonomik ve mimari açıdan da ele alınması ve irdelenmesi gerekir. Bu yapılırken de halk ve sivil toplum kuruluşlarının da katılımı sağlanması gerekir. Maalesef bu alanda;  şehircilik uygulamalarında kamusal sorumluluk üstlenen STK’lar yoktur. Kentsel dönüşümlerin basit bir imar meselesi olarak görülmemelidir. Basit çıkarlar uğruna kentin tarihi dokusuna da zarar verilmemelidir.

      Güzel ve yaşanabilir kentlerin tercihinde öne çıkan ana nedenler ekonomi, güvenlik, eğitim, sağlık, kültür ve sanattır.  Önceki yıllarda yapılan araştırmalara göre: İstanbul, Ankara, Mersin, Antalya, Nevşehir, Kars, İzmir, Bursa, Trabzon ve Eskişehir kültür ve sanatta ilk ona giren kentlerdir.

     Ahmet Hamdi Tanpınar, güzel bir üslupla Beş Şehir isimli denemelerinin yer aldığı eserinde sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u anlatır. Tanpınar bu eserinden eski hayat-yeni hayatı yoğun bir şekilde hissettirmektedir. Ahmet Turan Alkan’da folklor ve mimarisiyle sınırlandırılmamış Sivas kenti üzerinden Türkiye’nin geçirdiği büyük değişimi anlatır. Yazarlar kendi yaşadıkları kentleri kadar yaşanılacak güzellikte değer gördüğü kentleri de kaleme almaktadırlar.

     Kentler, insanların maişetiyle birlikte manevi çehresi ve kültür hayatının birleşmesiyle gerçek kimliğine kavuşabilir. İnsan hayatındaki karmaşa kentlerde de kendine yer bulmamalıdır. Hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyak kentlerde en güzel haliyle yer almalıdır.