Geçtiğimiz günlerde; ‘’bilimsel sosyalizm’’ in, yani komünizmin Rusya desteğinde Türkiye’yi kasıp kavurduğu günleri hatırladım. O dönemlerde Ankara’da üniversite okumaya gelmiştim. Şimdilerde de Ankara’da yaşadığım için gelmiştim ifadesini kullandım. ‘’Solcu olmak adam olmaktır’’ vecizesinin ispat gerektirmeyecek kadar doğru zannedildiği günlerden bahsediyorum. Sol partimizin ve solcu belediye başkanımızın şehirde iktidar olduğu günler. ‘’Zabıta!’’ çığlıkları arasında işportacılar dağılırken, on beş- on altı yaşlarında simitçi bir genç hiç istifini bozmamış, sessiz ve sakin bir halde kaldırımda yürüyüşüne devam etmişti. Zabıta memuru ona yaklaştı, durdu, bir şeyler konuştular memur onu bırakıp zabıtalığına devam etti. Arkadaşımla çocuğun yanına gittik ve ne olduğunu sorduk. ‘’Ağabey’’ dedi çocuk, ‘’bizim haracımızı falanca alır, Zabıta gelince onun ismini söyleriz, bize dokunmazlar.’’
Sonra arkadaşımla bunun felsefesini yaptık. ‘’Sosyalist’’ geçinen bir belediyenin sosyalist geçinen bir meclis üyesi nasıl oluyor da on beş yaşındaki çocuktan, bir çocuk işçiden haraç alabiliyordu! Bu yaptığını ideolojisi ile, değerleriyle nasıl bağdaştırıyordu?
Ayrıca bizler sağ siyasetin yılmaz temsilcileri olarak zaten bütün ahlaklıların sağda, bütün ahlaksızların da solda bulunduğuna inanırdık. Bu olay da bizi haklı çıkarıyordu!! Günler geçip kişisel gelişimimi tamamlamaya çalıştıkça şunu gördüm ve öğrendim. Ahlaklı-ahlaksız, namuslu-namussuz, yalancı-doğrucu dağılımıyla sağ-sol, milliyetçi-kozmopolit, dindar-az dindar çizgilerinin pek bir bağlantısı yoktur. Her fikirde, her ideolojide ve inançta gayet eşit miktarda ahlaksız, namussuz, yalancı bulunmaktadır. Gayetle eşit ve gayetle laik bir dağılım vardır.
Bu buluş benim hayretimi gidermiyor. Nasıl olurdu da muhafazakar veya sosyalist veya milliyetçi veya dindar bir adam aynı zamanda hırsız, yalancı, ahlaksız olabilirdi? Bunu havsalam almıyordu. İtiraf edeyim ki hala da almıyor. Belli ki insanlarımızın kafalarında kompartımanlar var. Hayatlarının şu ve şu bölümlerinde savundukları, inandıklarını ifade ettikleri değerlere göre davranıyorlar. Tam da şu satırları yazdığım bugünlerde bu dediklerimin canlı örneklerini görüyor ve yaşıyoruz. Günümüz şartlarında düşüncemize uymayan herkesi bir şekilde yaftalayabiliyoruz. Yalan, dolan ve hırsızlığın mübah olduğunu düşünen bir toplum haline geldik. Kişisel ve kliksel menfaatler uğruna bilim adamları yalan söylüyor, din adamları yalan söylüyor, siyasetçi yalan söylüyor ve işin en enteresan olan yanı, bu söyledikleri yalana kendileri ve yandaşları da inanıyorlar. Badecilik, çocuk tecavüzcülüğü, yanmaz kefen satıcılığı, peygamber terlikçiliği vs. gibi rezilliklerle gündeme gelen karikatür gibi tiplerin, ülkemizi maalesef yerli ve milli bir tımarhane haline getirmelerine ses çıkarmıyoruz. Ayrıca bu tür şeyleri gündeme getirdiğimiz zaman da birilerini rahatsız ediyoruz. İyi de bizim rahatsız ettiklerimiz her gün bizleri, samimi insanları rahatsız ediyorlar. Allah’ım aklımıza mukayyet olmamız için yardım et.
Ahlakın gerekmediği alanlar şunlar: Ticaret ve siyaset. O kadar ki, insanlar hacca gittikten sonra ticaret yapmanın uygun olmayacağı kanaatindeler ve kendilerini buna inandırmışlar. Hazır hac yapıp günahlardan temizlenmişken yeniden kirlenmek istemezler. Çoğunluk ise artık çalışmayacağı, çalışamayacağı yaşa kadar bekler. Ecel daha önce gelmezse hacca gider. Hacda yaş ortalaması en yüksek grup Türklerdir.
Hacılarımızın haclarını da Allah kabul etsin. Fakat Müslümanlığa göre hac bir ibadettir. Namaz gibi, oruç gibi. Haccın Hıristiyan vaftizcilerin yıkanmaları veya Katoliklerin günah çıkarmaları gibi bir temizlik garantisi sağlama veya cennete giriş garantisi verme fonksiyonu yoktur. Müslümanlar hayatları boyunca işledikleri sevaplarla ve günahlarla yargılanacaklarına inanırlar. Hayatı boyunca kul hakkıyla beslenmiş, kibirden yanına yaklaşılamayan adam hacca gitmekle pir-ü-pak olmaz. Dinimizde açıkgözlerin hizmetine sunulan bir ‘’reset’’ düğmesi, bir ‘’fabrika ayarlarına dön’’ seçeneği mevcut değildir.
Siyaset hakkında sarfedilen sözlere bakınız: ‘’Siyaset yapıyor!’’ (Samimi değil, inanmadığını söylüyor manasına) ‘’Biz siyasete bulaşmayız!’’ (Siyaset çamurdur ya). Demek ki ülke yönetimi pis bir iştir. Demek ki bu cümleleri kuranlar dürüst insanlardır, fakat pis işle uğraşan insanlar tarafından yönetilmektedirler ve bunu da kabullenmektedirler. Osmanlı zamanında ‘’siyaset’’ bir manasıyla askeri sınıfa mensup bir yüksek memurun idam fermanı demekti. Bizim zamanımızda ise bu kelimede yalan, ‘’mış gibi davranma’’, arkadan vurma ve hırsızlık çağrışımları var.
Ticaret ve siyaset aslında insanın cemiyetle ilişkisinin yüzde doksanıdır. Bunlarda ahlaksız olacaksanız nerede ahlaklı olacaksınız ki? İşte bu hastalıklı düşünceler bizim cemiyetimizde ‘’ahlak’’ kavramını belden aşağıya hapsetmiştir. Bu utanılacak anlayış, yakın tarihimizdeki şartlar içerisinde daha da beter hale geldi.
‘’Kahrolsun kapitalizm’’ yılları sona erdi. Fakat bu algılarla, bu anlayışlarla büyüyenlerin iş ve siyaset hayatında görülmeye başladığı 1980 ve 1990’lı yıllar, Türkiye’de iş ve siyaset hayatında ahlakın dibe yaklaştığı dönemdir. 21. Asrın başında da tam dibi bulduk. Para kazanmak için siyasete girenler o sahayı da çirkefe çevirdiler. Bütün bu ahlaksızlıklar yapılırken de kendilerini şöyle temize çıkarıyorlar: ‘’Hamama giren terler. Ticaret başka türlü yapılmaz ki. Siyaset başka türlü yapılmaz ki. Herkes böyle yapıyor.’’ En âdi hırsızın mazereti de budur. Herkes çalıyor; ben bu kadarcık çalmışım da ne olmuş?
Sonra ticaretle siyaset birbiriyle paylaşmaya başladı. Nihayet birbirleriyle sarmaş dolaş uçurumdan aşağı uçtular. İş hayatını dolandırıcılığa, siyaseti mafya düzenine döndürdüler. Halbuki ne iş hayatı sürekli namussuzlukla yapılır ne de siyaset ilelebet mafya taktikleri ile yürütülebilir. İş hayatında her adımınızı noter kanalıyla atsanız bile, bütün bu tedbirlere ilaveten güven unsuru yoksa iş yapamazsınız.
Ancak kendileri kadar ahlâklı siyasilerin sırtına binerek iş adamı olanlar, o destek çekildiğinde yükselişlerinden daha büyük bir hızla düşüşe geçerler. İsim vermeye gerek yok ama bir bakın, 1980’lerde, 1990’larda hızla yükselen o iş adamlarından geriye kaç kişi kaldı. Bu tespitler şüphesiz ki 21.asrın siyaset desteğinde yükselen iş adamları için de geçerlidir. Bir farkla ki bugünküler daha büyük iş adamlarıdır; rakamlar eskiden de büyüktü, şimdi dudak uçuklatacak mertebelere çıkmıştır. Fakat ne kadar yükseğe çıkarsanız o kadar sert düşersiniz.
Niçin düştüler? Çünkü ana sermayeden, itibar ve güvenden yoksundular; bu bir… İkincisi bunlar iş adamı falan değildi. Devlet imkanlarını sömürme üzerinden, sağlanan yolsuzluk pencerelerinden geçivermek üzerinden zenginleşmişlerdi. O pencereler kendilerine kapanıp başkalarına açılınca ortadan yok oldular. Çünkü ‘’işin işinden’’ haberleri yoktu.
İş hayatında en büyük sermaye itibardır. İnsanları bir kere kandırabilirsiniz. Hatta daha önceden dürüstlüğünüzü ispatlayan bir geçmişe sahip değilseniz bir kere bile kandıramazsınız.
Yaygın kanaat tamamıyla yanlıştır. Televizyon dizilerinde herkese sürekli kazık atan iş adamlarının gerçek hayatta karşılığı yoktur. İş hayatı ahlâk gerektirir. İş hayatı ahlâk demektir. İtibarsız kişiden bahsedilirken, ‘’piyasadan bir ton demir alamaz, piyasadan bir ton yağ (veya pamuk, veya buğday vs.) alamaz’’ diye itibarsızlığı anlatılır. Adı bu şekilde çıkmış olan tüccardan, imalatçıdan insanlar vebadan kaçar gibi kaçar, onu tanıdıklarını bile söylemekten çekinirler.
Siyasetin yolsuzluğa bulaşması, ülkede iş geleneğinin, iş namusunun teşekkülünü de önler. Vergisini veren iş adamı vergi kaçıranla nasıl rekabet edemezse, namuslu iş adamı da ahlâksız siyasetçiye dayanarak yükselen iş adamlarıyla rekabet edemez. Kötü iş adamı, iyi iş adamının, kötü siyasi, iyi siyasiyi piyasadan kovar. Özgürlüğün ve özgürlüğün bileşenlerinin siyaset içerisinde en önemli değer olduğuna inanan Liberal klavyelerin yazıp çizmeleri gereken bir konu da budur herhalde.
Allah’a emanet olunuz.