Yaşanılan sıkıntılara ve zorluklara rağmen, kıymetli meslektaşlarımın “Öğretmenler Günü”nü kutluyor, aileleriyle birlikte sağlıklı ve huzurlu bir ömür diliyorum.

   Arkadaşlarımın gününü kutlarken, daha iç açıcı cümlelerle başlamak isterdim. Ancak öğretmenin içinde bulunduğu ruh halini, Türkiye’nin genel durumundan ayrı düşünmenin de mümkün olmadığı bir gerçektir.

   Öğretmenler günü ve haftası, normal şartlarda, öğretmenler arasındaki sevgi, saygı, birlik-beraberlik ve dayanışmanın daha çok pekiştiği ve bu duyguların yoğun bir şekilde paylaşıldığı günler olması gerekirken, sürüp gelen birçok soruna yenilerinin eklenmesiyle günlerini keyifle ve huzurlu bir şekilde kutlamaları imkânı, ne yazık ki kalmamıştır.

   Öğretmenler günü, sadece alışılmış törensel kutlamalarla geçiştirilmek yerine, Türk eğitim sisteminin sorunlarının konuşulduğu, çözüm önerilerinin tartışıldığı ve hayata geçirilmesi için kararlar alındığı, öğretmenin ve öğretmenlik mesleğinin karşı karşıya bulunduğu zorlukların tartışılarak, çıkış yollarının arandığı bilimsel çalışmalara da zemin hazırlamalıdır.

   Devlet erkinin de, böyle bir günde, öğretmenin sesine kulak vererek, geleceğimizi mimarları oldukları şuurundan hareketle, onların şevkini yükseltecek, çalışma azimlerini güçlendirecek çözümler bulma yükümlülüğü vardır.

    Öğretim yılı başında ve öğretmenler günü gibi günler dışında da, bazı vesilelerle eğitimci kimliğimle bu köşede yazılar yazdım. “20. Millî Eğitim Şûrasının Ardından”, “Öğretmenlik Meslek Kanunu ve Sakıncaları”, “Öğretmenlerimize Yazık Ediyorsunuz” başlıkları altında yazdığım bu yazılarda bilgim, birikimim ve meslekî sorumluluğumun gereklerini yerine getirmeye çalıştım.

   Özellikle, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun getirdiği “Kariyer Basamakları Sınavı”nın doğuracağı sakıncaları ve huzursuzluğu anlattım.

   Kanunun hazırlanması safhasında öğretmenlerin görüşleri alınmadığı gibi, bugün de az görülebilecek bir söylem ve eylem birliği ile tepkilerini dile getiren eğitim sendikalarının bu istekleri dikkate alınmamaktadır.

   “Ben yaptım oldu” zihniyetinin ve öğretmeni hiçe sayan bu tavrın bedelini, ne yazık ki eğitim camiası, dolayısıyla Türk Eğitim Sistemi ödeyecektir.

   Tekrar söylüyorum: “Sizden merhamet dilenmiyoruz, öğretmenlerimize yazık ediyorsunuz.”

   Öğretmenin itibarını, verilecek üç kuruşluk bir ödeneğe ve bunun için hiçbir meslekte benzeri olmayan, birinci 10 yıl, ikinci bir 10 yıl daha beklenerek yapılacak sınav sonuçlarına bağlamak, açıkça öğretmen ile alay etmekten başka bir anlam taşımayacaktır.

   Öğretmenin kariyerinin belirleneceği, başarısının ölçüleceği tek mekân sınıfıdır, rolünü en güzel sergileyeceği sahne orasıdır. Öğretmenin adanmışlığının ölçüleceği yer, öğrencilerinin gönlündeki yeridir.

   Yetişmekte olan nesillerinin eğitimine gerekli önemi vermeyen toplulukların, çağı yakalamakta nasıl geri kaldıkları ve perişan duruma düştükleri tarihî hakikati karşısında, kamu yetkisini elinde bulunduranların, eğitime ve eğitimcinin sorunlarına duyarsız kalmaları, millete yapılabilecek kötülüklerin en başında gelmektedir.

   Sevgili meslektaşım; biliyorum, sen öğretmene iyileştirme adı altında sunulan, ancak uygulamada çalışma şevkini kıracak, moralini bozacak bu göz boyama düzenleme karşısında, sınıfında öğrencilerinle baş başa kaldığında, yine vakarla ve fedakârca kendini mesleğine vereceksin.

   İnanıyorum ki, seni yok sayanları, fikrine değer vermeyenleri, isteklerini dikkate almayanları sen de unutmayacaksın, unutmamalısın da…

   Siyasî tercihin ne olursa olsun, zamanı geldiğinde, bu konuda öğretmenin gücünü kanıtlamalısın.

    Geleceğimize sağlam adımlarla yürüyebilmenin, ancak öğretmene toplumdaki saygınlığını kazandırmakla mümkün olabileceğini gösterebildiğin gün, emin ol, Türkiye’nin aydınlık geleceğinin de işaretini vermiş olacaksın.