‘’Devlet kimin için?’’ sorusunun cevabı ‘’millet için’’dir. Bunun tersi değil. Millet devlet için değildir.

               Devlet millet için dedikten sonra, karşımıza hemen ikinci bir soru çıkar; peki millet için ne yapmalıdır devlet? Devletin varlık sebebi nedir?

               Milletin refahını sağlamak… Ülkede adaleti sağlamak… Milletin güvenliğini sağlamak… Bu listeyi istediğimiz kadar uzatmak mümkün. Fakat uzun ve her konuyu birbirinden bağımsızmış gibi ele alan bir liste, düşünceye sağlam bir temel oluşturmaz. Böyle bir listede sayılanların hiyerarşisi üzerinde tartışma çıkar. Önce refah mı, adalet mi? Güvenlik çok mu önemli? Refahla çelişebilir mi? Ya hukuk? Acaba unuttuğumuz başka maddeler var mı? Eğitim?

               Yukarıda saydığım her şeyin birbirini kuvvetle etkiledikleri hemen hissedilir. Çünkü bunların hepsi aslında tek cümleyle ifade edilebilecek bir görevin, bir misyonun zorunlu uygulama listesidir. Milletin bekasını sağlamak.

               Millet devletlerinin her alanda rekabetinden ibaret olan bugünkü dünyada en fakir milletlerden biri kalarak hayatınızı sürdürmeniz mümkün değildir. Zayıf bir iç güvenlik veya dış tehditlere karşı yetersiz bir savunma da sizi bitirir. Hukukun hükmetmediği toplumlarda ise ne refah, ne de güvenlik mümkündür. Ortak bir yüksek kültürü koruyup, geliştirip nesilden nesile aktarmayan bir millet ise millet olarak kalamaz. Millet öncesi, ilkel bir topluluğa geriler. Etnisiteye, kavme, aşiretlere…

               Devlet kurmak ve devletin fonksiyonları gibi kavramlar 21. asırda Batılıların üzerinde çokça düşündükleri konular haline geldi. Bunu hem kendi devletlerini tahlil için hem de, kendi dışlarındaki toplulukları kendi siyasi çıkarlarına göre yeniden tasarlamak ve teşkilatlandırmak için yapıyorlar. Bilhassa 11 Eylül’de ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra ABD, dünyada kendisine problem teşkil eden bölgeleri, gerektiğinde zor kullanarak, ‘’kendi suretinde’’ yeniden tasarlamaya kalkıştı. Arap ülkelerinin tamamı, Sahra’nın güneyindeki Afrika, Afganistan, bazı Güney Amerika ülkeleri ve ABD. işgali sonrası Irak, Suriye bunun önde gelen örnekleridir. Bu teşebbüs, gerektiğinde harita değişiklikleri projelerini de ihtiva ediyor. Bu projeler, hakim devletler tarafından sınırların yeniden çizilmesini, yeni devletlerin, hatta -olmayacak dualara amin anlamına gelse de- yeni milletlerin inşasını gerektiriyor. Orta Doğu’da, Batı’ya dost bir İsrail’in yanına hem İsrail’e hem de Batı’ya dost bir Kürdistan yerleştirilmesi bu ‘’millet inşası projelerinden’’ birisidir.

               Yeniden düzenlenecek bölgelerden biri, adını sık duyduğumuz ‘’Genişletilmiş Orta Doğu’’ dur. Bir başka proje ‘’İstikrarsız Aralık’’ etiketini taşıyor ve Genişletilmiş Orta Doğu’ya ilaveten Sahra altı Afrika’sını ve Güney Amerika’nın ABD’ye problem çıkaran ülkelerini de kapsıyor.

               Birinci emperyalizm döneminde kontrol edilecek ülkeye bir başkan veya reis tayini kâfi idi. Fakat görüldü ki o başkan ve reisler kolayca devrilip yerlerini bu defa o kadar dost olmayan başkan ve reislere devredebiliyorlar. Belki en iyisi, asgari ölçülerde çalışılabilen, asgari refah sunabilen, asgari bir ‘’demokrasi’’ görünümüne sahip ‘’millet’’ inşa etmekti.

               İşte tam bu noktada, eski komünist ülkelerden ve Batı’nın desteklediği bazı diktatörlüklerden edinilen tecrübeler, asgari refah için asgari güçte bir devletin gerektiğine işaret etmeye başladı. Devlet yoksa ülkeye mafyalar, çürümüş bürokratlar, yüksek yerlerdeki hırsızlar hakimse, yönetim kademelerinde eşkıyalar oturuyorsa, ülkenin ürettiklerinin yatırıma ve refaha dönüşmesi mümkün olmuyordu. Daha doğrusu, ülke üretemiyor; zaten çoğunluğun hırsızlıkla geçindiği bir toplumda kimse üretmek istemez. Herkes kendi imkanına göre çalmak peşinde olur. Fakat üretim olmayınca geriye çalınacak fazla bir şey de kalmaz. Ülkenin tabii kaynakları ve dış yardımlarından başka… Böyle ülkelerden değil istikrarlı müttefik, istikrarlı uydu bile inşa edilemiyordu.

               Liberal ekonominin ve para teorisinin zirvesi Milton Friedman, bu tespiti şöyle anlatıyor; Sovyet bloğundan yeni ayrılmış ülkelere ‘özelleştirin, özelleştirin, özelleştirin’ diyordum. Yanılmışım. Şimdi anlaşılıyor ki kanun hakimiyeti, özelleştirmeden daha temel bir meseleymiş.

               Milletin refahı, güvenlik ve adalet… Bunların ilişkisi ve devlet.

               Yusuf Has Hacip, On birinci asırda yazdığı Kutadgu Bilig adlı eserde, günümüz Türkçesi ile şöyle diyor.

Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır. Asker beslemek için de çok mal(tavar) ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerektir. Halkın zengin olması için de, doğru kanunlar(töre) konulmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse dördü de kalır. Dördü birden ihmal edilirse, beylik çözülmeye yüz tutar.

19. ve 20.asrın bir numaralı devleti olarak kabul gören İngiltere’nin, Kutadgu Bilig’in yazıldığı 11.asırda değil devlet kurması, henüz millet olarak dahi tam teşekkül etmediği bir tarihtir. Yusuf Has Hacip’ten sonra bugünkü İngiltere, Norman istilasına uğrayacak ve iki asır Fransızca konuşacaktır.

Türkler, meselâ endüstrileşme, meselâ demokrasi gibi konularda batılılardan çok şey öğrenebilirler. Fakat devletin devlet yapan unsurlar konusunda en güçlü devletleri kuran bu kültürün öğreteceği çok şey olması gerekir…

Devletin olmazsa olmaz üç görevinde hiç kimsenin şüphesi yoktur. Batıda birkaç yüz yıldır, bizde ise bin yıldır. Adalet, iç güvenlik ve dış güvenlik.  İsterseniz bunlara adalet mekanizması, emniyet ve ordu diyebilirsiniz. Problem şurada ki, bu fonksiyonlar ’’var’’ veya ‘’yok’’ diyebileceğimiz basit bir kontrol listesinden ibaret değildir. Dünyada ‘’ben adalete karışmıyorum, ne haliniz varsa görün’’ diyen bir devlet yok, fakat kararın hangi tarafın daha çok rüşvet verdiğine göre belirlendiği bir ‘’adalet’’ e sahip ‘’devletler’’ var. Devleti güçlü veya zayıf kılan, bu kurumların etkinliğidir.

Devletin gücü ile devletin kendisine vazife edindiği konuların kapsamı farklı değişkenlerdir. Günümüzün zengin ve büyük devletleri daha az konuyu vazife edinen, fakat bu az sayıda konuyu son derece etkin ve güçlü şekilde yerine getirenlerdir.  

               Devletin mutlaka yapması gerekenlerden, yapmaması gerekenlere doğru sıralanan tam liste şöyle; Mutlaka yapılması gerekenlerden başlayarak, orta derece yapması gereken ve sadece aktif olması gerekene göre sıralarsak;

·        Savunma, kanun ve nizam; Mülkiyet hakları; Makroekonomi yönetimi (para v.s.); Kamu sağlığı; eşitliğin güçlendirilmesi; fakirlerin korunması; fakirliği engelleme ve hatta tamamen yok etme programları; Tabii felaketlerde anında müdahale.

·        Eğitim; çevre; tekellerin düzenlenmesi (temel ihtiyaç ürünlerinin düzenlenmesi, su, elektrik v.s.), anti tröst uygulamaları; sigorta; finans piyasalarının düzenlenmesi; tüketici hakları; sosyal güvenlik.

·        Endüstri politikaları (bazı piyasaların desteklenmesi); servetin yeniden dağıtımı.

Devlet ne için?

Devlet her şeyi yapmaya kalkmamalı; fakat yaptıklarını da tam yapmalı. Büyük devlet? Hayır.! 

Güçlü devlet? Kesinlikle Evet.!

               Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok. Yusuf Has Hacip adındaki Orta Asyalı Türk şairinin yukarıda söylediğim sözlerine kulak verelim. Yeter.

               Günümüz Türkiye’sinde yargı mekanizmasının performansından memnun olanımız var mı? İç güvenliğimizle de iftihar etmiyoruz herhalde.

               İsterseniz ben kendimce güçlü devletin diğer şartlarını da bir daha sayayım ve Türkiye’nin meselâ on üzerinden bunların her birinden kaç alacağını siz okurlarıma bırakayım.

               En başta; koyduğumuz kanunları uygulayabiliyor muyuz?

               En az bürokrasi ile etkin yönetime sahip miyiz?

               Rüşvet, idari ahlaksızlık ve iltimas kontrol altında mı?

               Hükümet kurumlarında yüksek şeffaflık ve hesap verilebilirlik var mı?

               Bir zamanların, ağzımıza pelesenk edindiğimiz sloganını hatırlıyorum. ‘’Milli devlet, güçlü iktidar!’’ Meğer doğrusu, ‘’Güçlü devlet, milli iktidar!’’ imiş.