Depremle yaşamak artık vazgeçilmez oluyor. Belirli bir şiddetin altındakileri görmezlikten gelerek; “biz ne depremler gördük… 4,5 veya 5 ten aşağısına deprem demeyiz...” söylemleri dilimize dolansa da, geçtiğimiz Perşembe akşamı yaşadığımız, Malatya’daki 5.3 şiddetindeki deprem; eski defterleri açmış ve kabusumuz geri dönmüş gibi hepimizi iyi bir silkeledi… Unutmak mümkün müydü yaşanılanları! O gece ve ertesi gün yaşanılanlar, herkesin aklından bir ömür boyu çıkmayacak, korkunç bir hatıra olarak hafızalarımıza yerleşmişti…  

    Tüm yaşanılanlar bir tarafa, yaklaşmakta olan İstanbul daha doğrusu Marmara Depremi ise beni çok daha korkutup, üzüyor. Orada yaşayan akrabalarım bir tarafa, güzel İstanbul’umuzun, Türkiye’mizin gözbebeğinin yaşayacağı o korkunç durumu düşündükçe, tüylerim diken diken oluyor ve ürperiyorum. Bilim insanlarının söylediğine göre eğer fay sistemi art arda tek seferde kırılırsa yaklaşık 2 dakika sürecek bir deprem ile yüzleşeceğiz. İnsanın oturduğu bina çökmese bile ruhen çökeceğine inanın… Yapacak bir şeyler olmalı diye düşünüp, aslında pek de bir şey yapılmadığını görüp; Rabbimize Tevekkül etmekten başka bir çaremiz olmadığının farkına varıyorum. Tevekkül noktasında bir sıkıntı yok da, tedbir olayı tamamen bizim elimizde olan bir kavram… Bilim insanları on yıllardır, yaklaşmakta olan bu tabiat olayının gerçekleşeceğini bağırıyorlar, tıpkı Maraş Depremi öncesi, hemşerimiz Naci GÖRÜR hocamızın söylediği gibi… Tedbir almak zorundayız. Bunun için hiçbir vakit geç değildir. Kurtarılacak bir can bile çok değerlidir.

    Yalova Depremi sonrasında belirlenen Toplanma Noktaları İmara açılmış, Acil müdahale konteynerleri hırsızlar tarafından yağmalanmış ve İstanbul’un her köşesi bil fiil imara açılmış halde olduğunun farkındayız. (ATATÜRK’ün Gençliğe hitabesi gibi oluyor ancak durum aynen de böyle değil mi?) Mesele olaylara tarafsız doğru bir gözle bakıp, artık sorun ne olmuşsa olmuş, bu noktadan sonra en iyisini nasıl yapabiliriz düsturu ile hareket etmek gerekir. Aksi durumda olacakları hep beraber bekleyip göreceğiz. Yaşanılacak olan yıkım ülkenin tamamında ciddi bir etkiye sebep olacaktır. Çünkü İstanbul (Marmara Bölgesi), Türkiye’yi beslemektedir. Sanayimizin çok büyük bir kısmı bu bölgede bulunmaktadır. Burada yaşanılacak bir yıkımın etkileri Türkiye’yi etkileyecektir.

    Elazığ’ımızın 2020 yılında yaşadığı depremden bu yana yaralarının tamamen sarıldığını söylemek çok iyimser bir bakış açısı olacaktır. Hangi sokağa girseniz yaşanılan yıkımlar, yıkılan binaların yerinde ve ruhumuzda bıraktığı korkunç tahribatların düzelmesi daha uzun yıllar alacak bir süreci bulacaktır. Devletimiz bu noktada hızlı davranmış, depremde evleri zarar görmüş binlerce hemşerimiz yeni evlerine taşınsa da, Elazığ şehir merkezinin hali düzelmesi gereken, düzeltilmesi gereken önemli bir görevdir. Yıkılan binaların yeri gerekirse Devlet tarafından alınmalı, alınan yerlere de bir şekilde yine bina veya sosyal yaşamı destekleyen yapılar yapılmalıdır. Elazığ’ımızın ve ruhumuzda açılan yaraların kapanması için bu elzemdir.  

    Depremle yaşamaya alışmak zorundayız. Bunu bir şekilde aşmak zorundayız. Aklın, bilimin ve fennin gerektiği şekilde; insanca yaşamayı gerektiren şekilde yaşamalıyız. Bunun başka yolu yoktur.