ÖZEL HABER

TURİZMİ NEDEN BECEREMİYORUZ?

İşte Elazığ’ın doğal, tarihî ve kültürel zenginliklerinin son durumu… Doğal zenginliklerinin yanı sıra tarihî ve kültürel varlıklarıyla âdeta bir açık hava müzesi olan Elazığ ne yazık ki ihmâl ve tanıtım yetersizliğinden müzdarip…

Harput, Anadolu'yu Mezopotamya'ya bağlayan kervan yollarının geçiş güzergâhı içinde yer almış, birçok kültüre ve medeniyete ev sahipliği yapmış ama…  

Keban hem yer altı hem yer üstü zenginlikleriyle öne çıksa da Çırçıl Şelalesi ve Gümüşkaya Mağarası’na gereken özen gösterilmedi, turist çekilmedi…  

Baskil’deki kanyonlar için kullanılan tekne zamanında bakımsızlıkta tahrip olurken, Saklıkapı ve Karaleylek Kanyonları için halen daha bir çalışma yok…  

Ağın içerisinde Sülük Gölü, Kup Çukuru ve Bademli Kaya Mezarları’nı ve birçok güzelliği barındırıyor ama halen daha tarihi konaklarının restorasyonu yapılmadı…  

Sivrice’de Türkiye’nin tek göl manzaralı kayak merkezi var ama geçtiğimiz sezon kayak yapılmadı ayriyeten Hazar Gölü’ne akan kanalizasyon sorunu halen çözülmedi…  

Maden ilçesi’nde Tarihi Hükümet Konağı’nın restorasyonu sürerken, Osmanlı yadigârı tarihi Cami-i Kebir’in restorasyon unutuldu, Tarihi Maden Köprüsü ise hafriyat mağduru…  

TURİZMİ NEDEN BECEREMİYORUZ?  

Doğal zenginliklerinin yanı sıra tarihî ve kültürel varlıklarıyla âdeta bir açık hava müzesi olan Elazığ ne yazık ki ihmâl ve tanıtım yetersizliğinden müzdarip… 

 ELAZIĞ’IN ÖNEMİ 

Elazığ tarihsel ve görsel özellikleriyle, kültürüyle, müziğiyle önemli bir kent. Bu yer yüzyıllar boyunca Batılı gezginlerin görmeyi istedikleri, gezdikleri, kitaplar yazdıkları bir yer olmuştur. Harput, Keban ve çevresi son 200 yılda Avrupa’da ortaya çıkan doğubilim (oryantalizm) akımı ile ilgisi olsa gerek ki Batılı gezginlerin hep uğrak yeridir.  

Harput’un yerleşim yerlerinin hiç değişmemesi, iklimi, tarihsel kimliği, kent dokusunun yüzlerce yıl aynı kalması, din, ırk, mezhep bakımından ayrı kökenlerden gelen ve bir arada yaşayan toplum yapısı, Fırat Irmağının buradan başlaması, maden, su, şarap kültürü gibi nedenler konuk sayısını artırmıştır.  

Camileri, kiliseleri, medreseleri, türbeleri, işyeri ve bedestenleri, sokak ve mahalleleriyle tipik yüzlerce yıl özgün ve aynı kalan yöremizi günümüzde ise gezenler son derece az.  Geçtiğimiz günlerde gezdiğim İtalya’daki yapıları, yapıtları, tarihsel kalıntıları ve nasıl korunduklarını görünce Avrupa ile aramızda bu konuda en az yüz yıl geride olduğumuza emin oldum.  

 SORUN NEREDE?  

Elazığ’ı gezen turist sayısının son derece sınırlı olmasını neye yorabiliriz? 4 bin yıldan eski yerleşim yeri Harput’taki kaleyi, eski uygarlıklardan, azınlıklardan, Urartulardan Artuklu, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinden kalan tarihsel yapıları neden yeterince tanıtamıyoruz?  

Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun adına yaptırılmış camiyi ülke içinde bile kişi sayısı sınırlı. Oysa Safevî hükümdarı Şah İsmail’in büyükannesi de olan Sara Hatun için İranlılar, Azerbaycan Türklerinin burayı bugüne değin bilmeleri gerekmez miydi?  

Dünyaca ünlü klarnetimizi öne çıkarıp da dünyada klarnetle müzik yapan Amerikalı zencilerden, Fransızlara, Balkan ülkelerine kadar evrensel bir müzik festivali düzenleyebilecek bir ufka sahip miyiz?   Hazar Gölü’nün altında kalan Batık Kent için bile bugüne değin doğru düzgün bir şeyler yapabildik mi? Amatör tanıtımların, girişimlerin hiçbir yararı oldu mu? Gölün gün geçtikçe kirlenmesini bile önleyemiyoruz.  

Kanyonlar için çalışmaların yavaşlığı, tanıtımındaki beceriksizlikler bu yer için de umut duyanları düş kırıklığına uğratmış durumda.  

KENDİMİZ ÇALIP KENDİMİZ OYNUYORUZ!  

Günlerce yerel gazeteler ve televizyonlar UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne gireceğimizi muştulayıp dururlarken tarihsel ve kültürel miraslarımıza verilen zararlar ise akla zarar... 1000 yıllık tarihiyle Harput Ulu Cami sonraki dönemlerde yapılanlara da esin kaynağı olmuş XII. yüzyılın bu eşsiz mimari örneği çevresiyle birlikte gözümüz gibi korunması gereken bir miras iken, siz buranın çevresine  betonarme yapı yaparsanız, iş makinaları  Ulucami çevresinde mekik dokurlarsa, “Harput’a neden turist gelmiyor?” sorusunu sorma hakkını kendinizde bulamazsınız.  

Biliyorsunuz yıllar önce Yavuz Sultan Selim Koleji adı altında bir yapı yapılarak Harput’un bağrına hançer sokulmasından hemen sonra bu kez de Çin ya da Japon mimarisini andıran ve Harput’un geleneksel mimari yapısıyla hiçbir benzerlik bulunmayan, tarihsel ve kültürel dokusuna büyük Harput Valilik Konağı, üstelik de Harput Kalesi’nin karşısında ona meydan okur gibi getirilip oturtulmuş, ardından da bu tuhaf yapı lokantaya dönüştürülmüş, şimdilerde de belediye tarafından kullanır olmuştur.  

Kanımca, Harput’ta şu an Harput Kalesi’nde sürdürülen kazı ve restorasyon çalışmaları yapan Prof. Dr. İsmail AYTAÇ’ın yaptıkları ilimiz için öncü olmalı ve takdir edilmelidir. Ödenek sıkıntılarıyla ve olanaksızlıklarla geçen yıllara karşın iyi niyetle ve bilim adına çalışan hocamız ve ekibi tarafından bulunan, yüzlerce yıllık yapıtlar, mahalleler, su sarnıcı, depo ve zindan günümüzde ziyaretçilere kapısını açmış durumda. 

Yazın en sıcak günlerinde bile, yörede serinliğiyle bilinen 'Buzluk Mağarası'nı neden yalnızca Elazığlılar biliyor da başka kimsenin haberi bile yok…  

Neden bu bölgeye ulaşım güç, ilgisizlik, bakımsızlık bugün bile sürüyor, girişler, ziyaretler kolay değil.  

Kent merkezine çok yakın olan Harput Mahallesi'nde bulunan Buzluk Mağarası, öteden beri sıcaklardan bunalanların ilgisini çeker. Ben bir süredir gitmedim ama yaz aylarında ziyaretçisi bol olan buzluk mağarası ne yazık ki yetkililerin duyarsızlığı nedeniyle kapısı zincirli, yolları bozuk kısaca yazgısına terk edilmiş durumdaydı. Son günlerini ise bilemiyorum.   

Biz Elazığlılar, tarihsel ve kültürel zenginliklerini turizme açmak, dünyaya tanıtmak istiyorsak; öncelikle geçmişin tutucu kafasından uzak kaçacak ve salt Müslüman ve Türk tarihine ait olanın değil, bu topraklardaki tüm inanç, kimlik, dil, etnisite farklılıklarını kendi zenginliğimiz olarak görecek bir bilince erişmeliyiz. Gerçi bizde kültüre bakış, kültür anlayışı o denli yozlaşmış ki, camilerimizi, türbelerimizi, çeşmelerimizi, evlerimizi kısaca Türk-İslam sanat ve mimarisinin en önemli miraslarını bile yeterince koruyamıyor, sahiplenemiyoruz.    

İŞTE İLÇELER DURUM;  

AĞIN  

İlçelerde de durumun farklı olduğunu söyleyemeyiz. Yine dar bakış açısı, yine tutucu anlayış, yine kültüre yabancılık sürüyor.

 

Annemin de memleketi, tam bir yarımada olan Ağın ilçesi, eğitimli insanların çokluğuyla bilinen bir yer olsa da, yine de lâyık olduğu değeri bulamamış durumda. Kaya Mezarları, Meteor Çukuru, Sülüklü Göl, Ağın Konakları yalnızca yöre insanın bildiği yerler; yatırım, destek, tanıtım hiç yok. Keban ilçesi gibi Ağın da elli yıldız turistik gezi amaçlı bir tekneye sahip olamamış. Bölgede yabancıların otel niyetine kalabileceği tek yer yeni tamamlanan öğretmenevi…  

SİVRİCE 

2500 metreye yaklaşan yüksekliğiyle Hazarbaba dağı, kayak tesisleri; bir depremde suların yükselmesiyle göl altında kalmış bir adada bulunan Batık Kent’i ile ünlü bu ilçede de turizmle ilgili hiçbir gelişme yok. Kürk’teki yeni yapı, Sivrice gölündeki iki tesis dışında konaklama olanağının bulunmaması, sit alanlarındaki kötü beton yapılaşma da olumlu giden şeylerin olmadığını gösteriyor.  

MADEN  

Cumhuriyet döneminde kısa bir zaman il statüsü geçmişi de olan Maden’de hükumet konağı, Camii Kebir, saat kulesi, Maden köprüsü, maden tesislerinin kötü görüntüsü bu ilçede de turizmin başka bahara kaldığını gösteriyor. Hele de maden işletme işi özelleştirildikten sonra, özel firmanın döktüğü maden artıkları, cüruflar ilçenin bir bölümünde heyelana yol açmış, yetkililer ise bunu görmezden gelmiş, koruma altında olan Dicle Nehri üzerinde yer alan Tarihî Maden Köprüsü ise, hepimizin ayıbı sayılacak biçimde çökmüş ve yıkılmıştır. Dönemin bir yetkilisinin aynısını yeniden inşa edeceğiz demeci ise trajikomik olmaktan öteye gitmemişti.  

KARAKOÇAN 

Kent merkezine 100 km uzakta olan Karakoçan ilçemizde de Bağın Kalesi, kaplıcası, Golan kaplıcaları, kaya mezarları, Peri Çayı da yeterince tanıtılmamış yerler olarak ilk anda aklımıza gelenler… Golan kaplıcaları Karakoçan merkeze 18 km uzaklıkta olup, nispeten iyi işletmecilerce, iyi tesislere ve karşın Elazığ’da bile tam olarak bilinmediğinden bu da eksikliklerimizi gözler önüne seren bir başka örnektir.       

PALU  

Burada da ayakta kalmış kubbesi ve çökmek üzere olan duvarlarıyla Surp Lusavoriç kilisesinin durumu görenleri üzüyor.  

KEBAN  

Garaj olarak kullanmış Toma kilisesi, bahçeye dönüşmüş hamam kalıntıları, Osman Hamdi Bey’in babası İbrahim Edhem Paşa’nın açmış olduğu ve günümüzde lokanta olarak kullanılan galeri, sarkıt mağaralar, gibi yerleri bulunan, dünyanın en büyük ırmaklarından Fırat’ın geçtiği ve dünyanın sayılı barajlarından Keban Barajı’nın bulunduğu ilçemiz de turizm konusunda sınıfta kalan yerlerden birisi.   

ÇÖZÜME ULAŞABİLİR MİYİZ?  

Elazığ’ın turizm amaçlı girişimlerle para kazanmaktan çok, geçmişin değerlerini hiçbir inanç ayrımı yapmadan işleyerek, onlardan her alanda yeni sentezler yaratarak, onları gelecek kuşaklara aktarma bilinci ve sorumluluğu vardır.  

İnsanlık ve zenginliğin yüceliği, bu büyük kültür coğrafyasında bir arada var olmuş değişik etnisite, dil, inanç farklılıklarını bir zenginlik olarak görmekten geçer; bizden önceki tüm uygarlıkların bıraktığı ibadet yerleri, evler, kaleler, heykeller, ören yerleri, tüm kalıntılar; bugüne ulaşabilmiş gelenekler, mitoloji, söylenceler, şarkılar, türküler, sözler, halk oyunları, kitaplar, aletler, her şey bizim ortak kültür mirasımızdır ve geleceğe taşınmak da baş görevimizdir. Bu bilincin turizmi de geliştireceğinden, turistlerin, gezginlerin yöremize hak ettiği değeri vereceklerinden emin olabilirisiniz.  

Üzerinde yaşadığımız bu toprakların kültürel miras bakımından zenginliğinden övünebilmemiz için o mirasa bütüncül olarak sahip çıkmak, onu titizlikle korumak ve ileriye, geleceğe taşıyacak biçimde işleyip değerlendirmemiz gerekir.  

Biz Harput’taki tüm kültürlerin, üretilen tüm birikimlerin mirasçılarıyız. Bu sahiplenme bölgesel bir aidiyetin ötesinde insanlığın da bir gereğidir.